|
Hukukun üstünlüğünün anlamı

Hukuki yargılama süreçlerinin medyanın veya medya üzerinden halkın tartışmasına açık olması sağlıklı bir durum mudur? Bazı davaların, daha mahkemeye intikal bile etmeden, sorgu aşamasından itibaren medyaya taşındığı bir ortamda sağlıklı bir yargılama olabilir mi?

Bu soruyu sık sık not ediyoruz artık, ama aslında Ergenekon davasına kadar bu sorunun bu kadar sıklıkla sorulmasına şahit olmadığımız kaydıyla. Öncelikle belirtilmesi gerekiyor ki, yaşadığımız dünyada hukukun üstünlüğü kavramını temin eden en önemli konulardan birisi, tam da yargılama usullerinin çok şeffafça yapılabilir olmasıdır. Yoksa bazılarının zannettiği gibi hukuk işlemlerinin sadece yargıçların müdahil olduğu bir kapalılıkta yürütülmesi, hukukun üstünlüğünün yeterli teminatı değildir.

Hukukun üstünlüğünden yargıçların üstünlüğünü anlıyor olanlara bunu anlatmak zor olabilir, ama hukukun üstünlüğü her şeyden önce hukuk ilkesinin hukukçunun dahi keyfiliğinden uzak bir biçimde kendi nesnel kuralları çerçevesinde çalışabilme imkânıdır. Burada hukukun özerkliği demek hukukun sadece bazı siyasetçilere, bazı güçlere karşı özgür ve bağımsız olması anlamına gelmiyor.

Belki garip gelebilecektir ama hukukun özerkliği yanı zamanda hukukun yargıçların keyfi kararlarından da bağımsız olabilmesi anlamına geliyor. Hükümetten, bürokrasiden, askerden, sermayeden veya diğer tüm güçlerden bağımsızlığı temin edilmiş hukukun maruz kalabileceği başka bir baskı da bizzat yargıçların keyfiliği olabilir. O yüzden hukukun üstünlüğü ilkesi, yargıcın da denetimsiz kalmamasını özenle gözetir. Bunu sağlamanın bir yolu belki hukuk bürokrasisi içinde oluşan temyiz müessesidir ama diğer kanal da hukukun şeffaflığı ve bu yolla kamu denetim ve eleştirisine açıklığıdır.

Çoğu kez rahatsızlık yaratıyor olsa da, bazı davaların bu kadar medyatik olmasının olumlu sonucu, yargıya kamu denetimi ve eleştirisinin de dâhil olmasını sağlamasıdır. Bir futbol maçını yöneten hakem kafasına göre istediği hükümleri veremiyor, çünkü aslında tribünden veya ekrandan maçı izleyen herkes vereceği bütün kararların uygunluğuna karar verecek kadar kurallardan haberdardır. Aynı şekilde, hukuk davalarına bakan hâkimlerin de giderek verdikleri kararlarda kamuoyu baskılarını daha fazla hissetmeleri verdikleri kararların keyfiliğini büyük ölçüde azaltan bir etki yapıyordur.

Sonuçta bütün medya dikkatinin üzerine çevrilmiş olduğu davalardan pozitif hukukun gerektirdiğinin dışında bir kararın çıkması çok zor olduğu için hukukun üstünlüğü ilkesi daha verimli bir biçimde çalışabiliyor. Çünkü hukukun üstünlüğü tekrarlamak gerekirse, hukukçunun üstünlüğü değil bizzat hukuk ilkesinin üstünlüğü anlamına geliyor ve bu da ancak hukuk sürecinin şeffaflığı ve öngörülebilirliği sayesinde mümkün olabilir bir şeydir. Hukuk ne kadar öngörülemeyen sonuçlar doğuruyorsa o ölçüde şeffaflıktan ve özerklikten uzaklaşmış demektir. Bu durumdaki hukukun, askerin mi, hükümetin mi, sermayenin mi veya bizzat hukukçunun mu baskısı altında olduğu çok da önemli değildir.

Doğrusu bazı davalar üzerindeki kamu denetiminin baskıları hukuku panikle yanlışlar yapmaya da sevk edebilir. Çünkü kamu bakışı ve "tezahüratı" her zaman hukuk aklı lehline değil, devreye bazı yerli yersiz duyguları da bir etken olarak sokarak çalışabiliyor ve bu esnada telafisi imkansız mağduriyetlere yol açabiliyor. Yine de temyiz müessesesinin toplamda ve neticede bu aksamayı giderebileceği umulur.

Ergenekon davasında birçok yanlış yapılıyor olabilir, ancak hiçbir davada olmadığı kadar bu dava üzerindeki medya ve kamu veya medya denetimi, davayı çok daha fazla dikkatli olmaya sevk ediyor. Polis hiçbir soruşturmada olmadığı kadar gözaltına alma ve tutuklu haklarına riayet konusunda dikkatli davranıyor.

Başka davalar da oluyor bu memlekette ve bu davalarda yapılan yanlışlar ne yazık ki aynı oranda kamu denetimine konu olamıyor.

Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Süleyman Okudan''ı hatırlayan var mı mesela? 5,5 ay önce, bu köşede
, büyük bir medya operasyonu eşliğinde gözaltına alındığı anda yargısız infaza maruz kalan Prof. Okudan ilk duruşmada bizzat savcı mütalaasıyla serbest bırakıldı.

Tutuklandığında isnat edilmeyen bir suç bırakılmayan Prof. Okudan''ın serbest bırakılması medyanın neredeyse hiç ilgisini çekmedi. Diğer davalarda özellikle zanlılar lehine gösterilen ilginin bu davada tam tersine zanlı aleyhine gösterilmesi medyanın ilgisinin ne kadar seçici olduğunu da gösteriyor.

Allah''tan bu soruna karşı da artık medyanın da uzak kalamadığı çoğulcu yapının gelişmesi bir çözüm potansiyeli barındırıyor.

15 yıl önce
Hukukun üstünlüğünün anlamı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle