Gerçi bu asimilasyona maruz kalan sadece Kürtler değildi ve asimilasyonun hedefi aslında zannedildiği gibi bir Türkleştirme de değildi. Zira bu asimilasyoncu politikanın hedefinde bizzat Türklüğün kendisi de vardı. İşin başından itibaren yaratılmaya çalışılan bambaşka bir kimlik idi. İslami özünden saptırılmış bir Türklük bizatihi asimile edilmiş, Türklükten uzaklaştırılmış bir kimlik idi. O yüzden Türkiye’de asimilasyonun tek hedefinin Kürtler olduğu düşüncesi, esasen, tashih edilmesi gereken bir düşüncedir. Yine de kabul ediliyor ki bütün bu asimilasyon politikalarından Kürtlerin payına daha farklı ve daha büyük bir pay düşmüştü. Bu payın içinde Kürtlere yönelik doğrudan devlet şiddeti, yasakları, baskısı ve işkencesi de vardı.
AK Parti daha kurulduğu gün itibariyle bu politikalara bakışını ve çözüm önerilerini ortaya koydu. Kurulduğu esnada yazılan parti programı bu önerileri çok açık bir biçimde içeriyor. Bugün gelinen noktada özellikle Kürt sorununun teşhisi ve tedavisi konusunda ortaya konulmuş olan politikaların hepsi bu programda önceden ifade edilmiştir.
Bugün Nevruz bayramı kutlamalarının da şahit olduğu üzere, bu politikaların sonucunda, sorunu doğuran yasaklar, asimilasyon ve demokrasi açığı tamamen giderilmiştir. Dolayısıyla bunları gerçekleştirmiş bir lider olarak bugün “artık Kürt sorununun olmadığını” bütün gururuyla, övüncüyle haykırma hakkına sahiptir Erdoğan.
Hiç de kolay olmadı. Baldıran zehri içmiş olma riski vardı. Statükoyu karşısına almayı gerektiriyordu. Aldı ve onu yendi.
Bir de söyleyenin şahsında apayrı anlamlar taşır. Bunu başkası söylediğinde anlamı gerçekten inkarcılıktır. Ama Erdoğan söylediğinde, arkaplanında Kürt meselesine dair 12 yılda yaptığı “sessiz devrim”in bir özetini sunmuş olur.
Çözüm sürecinin konusu ise Kürt sorunu değil, şiddet sorunudur. Bugün Kütlerin bir şiddet sorunu, bir PKK sorunu vardır. Kürtlerin canını da, malını da, haysiyetini de elbette PKK’dan daha fazla kendine dert eden bir devlet vardır artık. Demirtaş ve Kürtçü siyasetçiler Kürt sorununun ilelebet bir “sorun” olarak payidar kalmasını isterler. Sorun tamamen çözülse bile bir şekilde sorun söylemini sürdürmeye çalışacaklar, çünkü bu sorunun nasıl bir geçim kaynağı olduğunu çok iyi biliyorlar. Bir geçim kaynağından mahrum bırakılma ihtimalini sevmiyorlar. Sorunun varlığı politik kazancın da garantisidir.
O yüzden, sorunun çözülmüş olmasının kendilerini nasıl sudan çıkmış balığa döndüreceğini görüyorlar. Hele bir de sorunu kendilerinin değil de Erdoğan ve siyasi hareketinin çözmüş olması hiç de kolay kabullenebilecekleri bir şey değil.
Belki başkasının değil ama, Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” demeye yerden göğe kadar hakkı vardır. Sorunu parçası olanlarsa sorunun bitmesiyle kendi yok oluşlarını görüyorlar. O yüzden sorunu derinleştirmenin yolunu arar dururlar.
Kabul etmek gerekir ki, yaratıcı oldukları tek konu da zaten orijinal sorun alanları üretmek.