|
YÖK"ün yeni beyin politikası

İlk kez YÖK başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan tarafından telaffuz edilen üniversitelerde kontenjan artırımı kısa süre içinde karara bağlandı ve mevcut altyapıya hiçbir eklemede bulunmadan, üstelik fazla da zorlamadan, sadece mevcut imkânlar ölçüsünde üniversitelerin kontenjanı en az yüzde 25 oranında artırıldı.

Yapılan artırımın boyutlarını tasavvur edebilmek için siz 25 yeni üniversite açıldı ve hepsi de hemen öğrenci almaya başladı diye düşünebilirsiniz.

İlk bahsi beni oldukça heyecanlandırmıştı. Çünkü üniversiteleşme oranının artırılması Türkiye''nin son yıllarda içine girdiği değişim sürecinde aşırı orantısız bir biçimde yavaş kalan yüksek eğitim alanının da hareketlenmesi yönündeki acil ihtiyaca cevap verecekti. Dünya üretim düzeni her geçen gün eğitimi ve bilgiyi daha fazla önplana çıkarmaktadır ve bu gelişmeye karşı verilmesi gereken ilk acil tepkiler, yüksek öğretim düzeninin yaygınlaştırılıp kitleselleştirilmesi, kalitesinin artırılması ve bu düzene azami derecede nitelikli elemanın kazandırılmasıdır.

Maalesef Türkiye''de YÖK yönetimi şimdiye kadar dünyanın bu gidişatına uygun bir karşılık verme arayışı içinde olmak şöyle dursun, mevcut eğitim imkânını sadece belli zümrelere tahsis edilebilecek kıt bir kaynak olarak sakınma politikası gütmüştür. Aslında kontenjan artırımı politikası izlense "kaynak kıtlığı" sorunu bir ölçüde giderilmiş olacaktır, ama bu durumda bu kaynaktan kimin faydalanacağını kontrol etmek mümkün olamayacaktı. Kaynağın genişletilmesi, kaynaktan faydalanmanın bir imtiyaz olarak tasarlandığı bir yerde en hassas çizgilerden birini oluşturmuştur. Aslolan mümkün mertebe bütün vatandaşların bu kaynaktan yararlandırılması değil, sadece "bizden" olan vatandaşlara bu hakkın tahsis edilmesidir.

Kontenjan artırımı kararına bazı rektörlerin verdiği ilk tepkiler bu açıdan hiç de şaşırtıcı değil. Eğitimin kalitesinin düşeceğini buyurmuş bazıları. Duyan da mevcut haliyle üniversitelerimizin kalite konusunda başını almış gidiyor olduğunu zannedecek. Oysa yıllardır kendilerine ayrılan bütün kaynaklara, başlarına buyruk derecedeki özerkliklerine rağmen üniversitelerimizin kalitesi ortada. Açıkçası, kalitenin şimdiki düşüklüğü ne öğrenci fazlalığından ne de kaynak kıtlığından, aksine tamamen anlayış kıtlığından kaynaklanıyor.

Durum o kadar net ki… YÖK ile Sağlık Bakanlığının 2008 Mart ayında hazırlamış oldukları "Türkiye Sağlık İnsangücü Durum Raporu" verilerine göre Türkiye''de tıp fakültesi sayısı 1986-87 öğretim yılında 21 iken, 2006-2007 öğretim yılında bu sayı 47''ye, bu fakültelerdeki öğrenci sayısı ise aynı dönemde 29,759''dan ancak 33,537''ye ulaşmış. Öğretim üyesi sayısı ise bu dönmede 2007''den 8512''ye yükselmiş. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı da 14,8''den 3,9''a düşmüş.

Rakamlardaki aşırı iyileşmeyi hatta lüksü ve israfı tasavvur edebiliyor musunuz?

Demek ki neymiş? Bu oranlara göre dünyanın en kaliteli tıp fakültelerinin bizde olması gerekirmiş.

YÖK''ün kontenjan artırımı ile ilgili haberi ABD''de wisdomnet toplantısı esnasında okudum. Bir yandan da wisdomnet''in bilgelerinden Levent Baştürk ile sohbet ederken, Türkiye''de okul okuma hakkından sonra siyasi temsil hakkı ve vatandaşlığı da elinden alınmış olan ama ABD''de tıp ve bilgisayar eğitiminden sonra siyaset bilimi alanında da yaptığı doktora çalışmasıyla başarısını kanıtlayan Merve Kavakçı''yı dinlerken Amerika''nın gücünün nereden geldiği üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. Toplantıda hazır üyelerinin bütün profillerine bakarak Amerika''nın gücünün en önemli kaynaklarından birinin tam da bu olduğunu düşünüyorum: Aklın, beynin, düşüncenin değerini ve önemini takdir edebilmek… Siyasi takıntılarla bu değerli kaynaklardan faydalanmaktan imtina etmemek… Dünyanın her tarafından beyinler için cazip bir bilim ve hayat ortamı oluşturmak… Kendi imkanlarına veya sınırlarına takılıp kalmamak, dünya nüfusunun tamamını, etnik, dinsel, cüğrafi ayırım yapmaksızın bir beyin kaynağı olarak görebilmek.

Buradaki Türk öğrencilerinin burada teneffüs ettikleri özgürlük havasıyla alıştıkları bilimsel ortamı Türkiye''de yakalayamayacaklarını bilmeleri büyük trajedinin başlangıcını oluşturuyor.

Türkiye''de başörtüsü ve katsayı sistemiyle örülen duvarlarla alt sınıflardan son derece zeki ve liyakatli öğrenciler yerine üst sınıflardan veya toplumun merkezinden liyakatsiz ve yetersiz öğrenciler lehine açık bir tercihte bulunuldu. Esasen özü anayasal bir suç olan bu ayırımcılık maalesef bugün bile eğitim sistemimizin temel konseptini oluşturuyor.

Sistem bununla aslında açıkça beyne ihtiyacı olmadığını göstermiştir. Beyne ihtiyaç duymayan aslında neye ihtiyaç duyduğunu da bilemez.

Binaenaleyh, beyne ihtiyaç duyan yine beyindir.

Bugün YÖK yeni beyin politikasıyla en azından beyne ihtiyaç duyduğunu göstermiştir

16 yıl önce
YÖK"ün yeni beyin politikası
AK Parti’nin kimliği, kurucu ilkeleri ve ruhu…
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..