|
Suudilere reddiye-5 Kral Abdülaziz ve Hicaz’ın idaresi meselesi

Suudi Arabistan, geleceğini belirleyecek, tercihi zor bir yol ayrımındadır. Suud toplumunun da kabullenmekte zorlandığı değişimlerin başlatılması, dışarıda yazılmış 2030 vizyonunun açtığı kara delikler, Yemen Savaşı ve özellikle petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar ülkeyi çıkmazlara sürüklemiştir. Güç ve para ile elde edilen sadakat devri bitmiştir.

Suudi Arabistan’ın kaderini değiştirecek geleceğine yön verecek iki yol vardır. Birincisi, tarihi ve dini müşterekleri olan topluluklar ve ülkeler ile yakınlaşmasıdır. İkincisi bütün Müslümanların gözbebeği olan haccı Müslümanların müşterek idaresine bırakmasıdır. Birincisi önerimiz, mezhebi sebepler ile Müslümanlar arasına sokulan tefrikaları ortadan kaldıracak; hatta Suudi Arabistan’a iç barışı getirecektir. Parayla elde edilen sadakatin yerine vatan sevgisini koyacaktır. İkinci önerimiz de, İslam dünyasında yeni bir dönemi başlatacak ve bugüne kadar Suudi Arabistan’ın Müslümanların nazarında elde edemediği gerçek meşruiyeti sağlayacaktır. Üstelik bu öneriler Suudi egemenliğini zayıflatmayacak, bilakis güçlendirecektir.

Biliyorum, hac idaresi ile ilgili bu yaklaşımım; Moğol, Safevi iddiası; İran’ın zaman zaman fesat fitilini yakmak için ortaya attığı fikrin uzantısı olarak görülecektir. Oysa bu doğru değildir. Beklentilerimin tamamının kendi tarihlerinde de karşılığı vardır.

Suudi Arabistan’ın oluşum yıllarına dönelim. Orada hem Türk-Suud ve hem de Suud ve diğer Müslüman topluluklar ile kurulmak istenen ilişkilerin ipuçları bulunmaktadır. Dahası Mekke’nin dünya Müslümanları tarafından müşterek idaresi fikri de kurucu liderleri olan Abdülaziz bin Suud’a aittir.

1920’lerde Türkiye basınında en popüler isim SA’nın kurucusu Abdulaziz b. Suud’tur. Şerif Hüseyin’e karşı Hicaz’daki başlattığı askeri harekatların haberleri Türkiye’de her gün ilgi ile okunuyordu. Bu haberler, Cumhuriyet gibi gazetelerin ilk sahifelerinde yayımlandığı gibi, Sebilürreşad gibi İslamî çizgide yayın yapan dergilerde dizi yazılarına dönüşüyordu. Dahası Mustafa Kemal ve Abdülaziz bin Suud arasında da önemli yakınlaşmalar yaşanıyordu. Abdülaziz bin Suud, Cumhuriyet Arşivlerinde yer alan mektuplarında; Mustafa Kemal’ı Batalu’l-İslam yani İslam kahramanı diye nitelendiriyordu. Bu yaklaşım onun siyasi temsilcisinin 1924’te Ankara’ya ulaşmasına imkan vermişti. Suudi hanedanı tarihinin en eski yazılı belgesi Osmanlı arşivlerinde olduğu gibi; Modern Suudi Arabistan’a ait ilk derli toplu kitapçık da Türkiye’de yazılmıştır.

Hicaz’a doğru askeri harekatlarının sürdüğü sırada, bir propaganda malzemesi olarak yazılan bu kitapçık, Ankara’da basılmıştır. Ankara’ya gelen Necid siyasi temsilcisi Futeyh’in kaleme aldığı ve 1924 yılında Türkiye’de yayımladığı kitabı esasında ilk resmi Suudi tarihidir. Kitapta; Abdülaziz bin Suud’un 1912 yılından beri oluşturup, bütün askeri harekatlarda ona başarı sağlayan İhvan gurubu ve sadakati konu edilmektedir. Her ne kadar 1930lu yıllarda muhalefetinden dolayı bu gurup hunharca ortadan kaldırıldıysa da tarih onları SA’nın ilk kurucuları olarak anacaktır. İki taraf arasındaki bu tarihi yaklaşım; 1926’da Türkiye’nin Cidde Maslahatgüzarlığının açılmasının; 1929 yılında da, Necid ve Hicaz Sultanlığı ile (o zamanki ismi) Türkiye arasında bir dostluk anlaşmasının imzalanmasının yolunu açmıştır.

Bu yazıda, yukarıdaki önerimizi ilgilendiren en önemli husus; Abdülaziz’in Hicaz’i ele geçirdikten sonra bütün Müslüman alemini rahatlatan açıklamalarıdır. Abdülaziz bin Suud, Mekke ve etrafında yaşayanlara hitaben yayımladığı ve Ummulkura gazetesinin 12 Aralık 1924 tarihli nüshasında yer alan beş maddelik beyannamede; haccın ve Mekke’nin idaresinin nasıl olacağını anlatıyordu. Mekke’nin idaresine bütün Müslüman toplulukların temsilcilerinin yapacağı kongrede karar verileceğini taahhüt ediyordu. Abdülaziz bin Suud’un Ummulkura’nın birinci sayısının ilk sahifesinde yayımlanan beyannamesinde; varislerinin unuttukları şu ifadelere yer veriyordu:

Mekke’ye Şerif Hüseyin ve taraftarlarının sebep oldukları haksızlıklara son vermek ve İslamiyet’in ahkâmını uygulatmak için girdiğini söyleyen Abdülaziz bin Suud; Mekke_i Mükerreme’nin bütün Müslümanlara ait olduğunu söylüyordu. Beyannamenin ikinci maddesi, kutsal beldenin idaresinin Müslümanlar arasında yapılacak istişareler ile sürdürüleceğini, daha katı ifadeler ile ilan ediyordu.

“Bundan sonra bu kutsal beldede işler, bütün Müslümanların meşvereti ile yürütülecektir. Dünyanın her tarafındaki Müslümanlara, İslam kongresi için davetler gönderdik. İslam kongresinden çıkacak karar göre bu temiz beldenin idare şekline kara verilecektir.”

Bütün İslam ülkelerinde büyük bir iyimserlik meydana getiren bu açıklamalar; Haziran 1926’da Mekke’de toplanan İslam Kongresi’ne de yansımıştır. Türkiye dahil, otuzdan fazla bölge ve ülke temsilcilerinin katıldığı kongre de çeşitli oturumlar yapılmış ve görüşme tutanakları Ummulkura gazetesinde de yayımlanmıştır.

Tarihi, hatırlatmak görevimdir. Beni hasım belleyenlere son sözüm şudur: Dost acı söyler, ama sözleri senin menfaatinedir. Eğer dostun sözünü dinlemezsen, düşmanların mutlaka daha acısını ve ağırını söyleyecektir. Ama o zaman iş, işten geçmiş olacaktır.

#Suudi Arabistan
#Mekke
#Müslüman
#İslam Kongresi
#Kral Abdülaziz
4 yıl önce
Suudilere reddiye-5 Kral Abdülaziz ve Hicaz’ın idaresi meselesi
15 Temmuz, bu milletin miladı
Anketlerde Erdoğan ve AK Parti’nin oyları neden yükselişe geçti?
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı