|
Kafamıza dink-dank etmeden

Greenpeace isimli çevre örgütünün Türkiye''deki üzüm, armut ve biber gibi bazı ürünlerde zirai ilaç kalıntısı iddialarını içeren raporu, gündem konusu oldu.

Başta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker olmak üzere sektör temsilcileri, raporun ve yansıtılma şeklinin kasıtlı olduğunu belirterek, tepkilerini ortaya koydular.

Enteresan, değil mi?

Bir çevre örgütü, Türkiye''nin sebze ve meyve ihracatının artamaya başladığı bahar aylarında durup dururken bir rapor açıklıyor.

Çevre örgütleri, sivil toplum kuruluşları bir think tank kuruluşu gibi çalışıyor. Kitleleri, kuruluşların kararlarını, tutumlarını ve davranışlarını etkilemeye çalışıyor.

Normal şartlarda bu gayet doğal ama işin içerisine art niyet veya tarafgirlik girdiğinde problem ortaya çıkıyor.

Bu konuda geçtiğimiz günlerde önemli bir yazı kaleme alındı. UTESAV Başkanı İsrafil Kuralay, bazı mecralarda yayınlanan “Think Tank''in varsa, varsın” başlıklı yazısında, think tank kuruluşlarının birer “GDO''lu düşünce fabrikası” dönüştüğüne dikkat çekiyor.

Milyonlarca dolar bütçesi ve binlerce çalışanı bulunan küresel think-tanklarin zamanla yeni yeni misyonlar edindiğine değinen Kuralay, “Başlangıçta bir durumu anlama, analiz etme ve geleceğe yönelik öngörüler çıkarma konusunda çalışan think-tankların günümüzde amaca uygun yapay düşünceler de geliştirdiklerini izliyoruz. ''Düşünce fabrikası'' olarak da tanımlanan bu yapıların, laboratuarlarında deyim yerindeyse GDO''lu düşünce de ürettiklerini öğreniyoruz” diyor.

Kuralay, kendisini bu yargıya ulaştıran gelişmelere örnek olarak da

“-ABD''nin en etkin think-tank''lerinden CFR''nin ideoloğu Samuel Huntington''un ünlü “Medeniyetler Çatışması” makalesi ile güncellenen İslamofobi oluşturma çabasını,

-Irak''ta kimyasal silah olduğu yönündeki düzmece raporlar gibi “kasıtlı yanlış”larla laboratuvarlarda üretilen savaşları

-Askerlerin kurduğu düşünce kuruluşlarının darbe geliştirme için çabalamalarını,

-Alman vakıflarının BDP''li belediyeler üzerinden PKK''ya para aktarması gibi terör faaliyetlerine verilen destekleri,

-Global güç odaklarının ''Ekonomik savaş taktikleri'' geliştirmek suretiyle ülkeleri esir almalarını” sıralıyor.

İster istemez, bilinçli ya da farkında olmadan bu tür haberleri yayınlayan medya da işin içerisine giriyor.

Aslında medya kuruluşları da arka planda bir think tank kuruluşu gibi etki oluşturuyor.

Televizyonları, gazeteleri, köşe yazarlarını, twitleri takip eden milyonlar, adına ister haber deyin ister köşe yazısı, paylaşılan bilgi ve yorumlarla belli bir düşünce kalıbına sokulmaya çalışılmıyor mu?

Burada kritik nokta, “medyadaki haber ve yorumlara kimler ya da hangi kuruluşlar arka planda yön veriyor?” sorusu olsa gerek.

Dünyada ve ülkelerde gündemleri kim/kimler belirliyor?

Savaşlar nasıl çıkarılıyor, ülkeler nasıl işgal ediliyor?

Günümüz dünyasında artık savaş başlatmak da kolay değil.

ABD''nin Afganistan ve Irak işgali ile şu an gündemde olan Suriye buna örnek olarak gösterilebilir.

Öncelikle tüm dünyanın zihnen savaş gibi bir sonuca hazırlanması gerekiyor.

Afganistan ve Irak işgali için önceden hazırlanan fikri ve konjonktürel ortamı düşünün.

11 Eylül''de terör saldırısına maruz kalmış bir ABD''nin Afganistan''a girmesine kim itiraz edebilirdi ki?

Etrafındaki ülkeleri, özellikle de İsrail''i kimyasal silahla tehdit eden bir ülkeye seyirci kalınabilir miydi?

Karşı tarafta Arap Baharı adı altında başlatılan silahlı başkaldırıya boyun eğmeyen Kaddafi''nin Libya''sına müdahale eden uluslararası güç, benzer durumdaki Esed''in Suriye''sine neden müdahale edemiyor?

Cevabı basit; think tank tarafında sonuç netleşmedi daha... İran''ı bir tarafa bırakalım, Rusya ve Çin ikna edilemedi.

12 yıl önce
Kafamıza dink-dank etmeden
Sosyal çürüme yazıları 3: Şişirilmiş dudaklar cumhuriyeti
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü