|
Bütçe açığı, seçim popülizmi ve asgari ücret

Türkiye ekonomisinin birçok kriz göstergesi bakımından iyi yerde olduğu herkesin malumudur. Büyüme, enflasyon, kurdaki değer kaybı, borsa performansı, işsizlik, merkezi yönetim borç stoku, merkezi yönetim bütçe dengesinin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı gibi klasik göstergeler üzerinden bakarsak Türkiye’nin kriz göstergelerindeki performansının fena olmadığı anlaşılır.

Özellikle de bütçe açığının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı tarafına odaklanmak istiyorum ama evvela diğerlerine kısaca temas edeyim. Türkiye’nin büyümede geçen senelerdeki gibi üst sıralarda yer alacak kadar performans gösterdiğini herkes biliyor. 2022 yılı için ilk üçte yer alması muhtemel. Borsa performansı TL cinsinden dünyada ilk sıralarda. Kurdaki değer kaybında diğer ekonomilerle derin bir boşluk oluşmuştu fakat Kur Korumalı Mevduat uygulamasıyla uçurum dolduruldu. Diğer ekonomiler kurdaki değer kaybın farkı kapandı. Milyonlarca kişiye iş yaratıldı. Türkiye, merkezi yönetim borç stoku bakımından Maastricht kriterleri altındaki en muteber ülke. Enflasyon, atalette fena azdırıldı ama tüm dünyayla beraber baz etkisi bir dengelenme sağlayacak.

Bütçe açığı ise OVP’de öngörülen 461,2 milyarlık tutarın çok gerisinde. Ekim itibariyle 10 aylık bütçe açığı 128,8 milyar TL olarak gerçekleşti. OVP tahmini 2022 yılsonu itibariyle Maastricht kriterlerinin %3’lük tavsiyesi civarındaydı. Fakat gerçekleşmelerden Türkiye’nin karakter edindiği gibi gene Maastricht kriterlerinin altında kalacağı anlaşılıyor. Burası önemli çünkü hükümetin seçim popülizmi içinde olmadığına işaret ediyor.

Madem hükümet bir seçim popülizmi içinde değil, neden asgari ücrette artış beklentileri seçim üzerinden yorumlanıyor? Ben bütçe verisi ışığında konuyu ele aldığımda asgari ücret zammının hükümet tarafından bir popülizm ya da bir siyaset malzemesi olarak ele alındığı düşüncesine katılmıyorum. Böylesi zaten büyük bir yanlıştır. Patronun cebinden siyaset yapmak anlamına gelir. Seçim popülizmi yapacak hükümet de bunu yapmaz bütçe açığını artırır.

Bence hükümet işveren üzerinden Türkiye Ekonomi Modeli ile faiz yükünü alıp gelir adaletini iyileştirme adına ücretlinin pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor. Yani bir hakkı iade etmeyi ya da başka şekilde söylersem adaleti tesis etmeyi amaçlıyor. Ücret artışlarını seçim yatırımı olarak okumak mali disiplini koruyan bir hükümete karşı gerçekten adaletsizlik olur.

İşverenin seçimden bağımsız olarak yapacağı hesap şudur; kârları artmıştır, personel giderlerinin payı toplam giderleri içinde azalmıştır, Türkiye Ekonomi Modeli ile faiz yükü de azalmış ise ücretleri iyileştirmede işveren için bir zorluk yoktur.

Kutuplaşmanın Maliyeti Üzerine Tahminler ve Türkiye’nin Fırsatları

Globalleşmeden dönüş artık yeni trend. Belki Batı menşeli son trend olacak. Çünkü Batı'dan başlamasına rağmen Doğu'nun stratejileri önde görünüyor.

Doğu kendi dezavantajı anlamına gelecek bu trende doğal olarak hayli tepkisiz gözükse de boş durmuyor. Alttan alta özellikle de enerji zengini ülkelerle ilişkilerini geliştiriyor.

Batı'da denklem sadece ABD’nin menfaatlerine odaklanırken Doğu, kazan-kazan üstüne bir mimari inşa ediyor.

Ve Batı yarattığı bu yeni durumu çoktandır bloklaşma olarak adlandırıyor. Doğu bloklaşmada dezavantajlı başlamış gözükse de strateji üstünlüğünü korursa dengeler değişebilir. Batı bloku enerjide devrim yapamazsa…

Bunun gerçek bir bloklaşma olup olmadığı ise Türkiye’nin kararına göre şekillenecektir. Ve Türkiye çoktan kararını vermiş görünüyor; kutuplaşmada taraf olmak yerine denge merkezi olmak.

IMF Başkanı'nın Bloomberg’e yaptığı değerlendirmelere göre kutuplaşmanın bu yıl için maliyeti 1,4 trilyon dolar civarında olacak. 2026 yılına kadar ise toplam maliyet 4 trilyon dolara çıkacak. Diğer tüm kurumların tahminleri de buna paralel.

Hatırlanacağı üzere sene başından bu yana her rapor döneminde global büyüme tahminleri azaltılmış Türkiye tahminleri de artırılmıştı. IMF Başkanı Kristalina Georgieva’nın verdiği bu rakamlar, toplam büyümeden kayıpların tutar tahminlerini ifade ettiği için oldukça önemli. Diğer taraftan Türkiye’nin mevcut politikasında ısrar etmesi halinde ihracat rekorlarının devam edeceğini göstermesi bakımından da dikkate değer.

İhracatta gelen rekorların gerisindeki ilişkiler bunlar; global kutuplaşma siyaseti ve Türkiye’nin barışçıl paradigması.

Türkiye 2022 yılı verileri açıklandığında büyük ihtimalle 2021’de 21.'liğe gerilediği gayrisafi yurtiçi hasıla sıralamasına gene ilk 20’den girecek. Belki eski yerinin de önünde, çok daha iyi bir sıradan dönmüş olacak. Türkiye’nin göstereceği bu atılım belki en gerçekçi olumluluk olarak 2023 yılına yansıyacak ve yatırımcıların büyük bir pastadan pay kapabilmek için ilgisini çekecek.

Yatırımcı biliyor ki Georgieva’nın 4 trilyonluk kayıp hesabı, sadece en tarafsızlara açılacak bir fırsat. Büyük bir pasta... Türkiye, Hindistan ve Endonezya’nın önüne sunulmuş bir ikram.

Türkiye’nin mevcut ihracat deseni ve kapasitesi bu alanın bir bölümünü doldurdu. Daha fazlası gerekiyor. Bu fırsatın kaçırılmaması, kaptırılmaması ve yeni yatırımlarla global ticaretten alınan payın artırılmasına odaklanmaya devam edilmesi gerektiği görünüyor.

Tüm vadelerde Türkiye için bir santim yatırımın dahi boşa gitmeyeceği bir ortam var ve bunlar objektif yorumlar. Bugün üzerine pozitiflik yazılacak daha ideal bir ekonomi yok. Türkiye istim üzere kalsa yeter.

#Borsa
#OVP
#Türkiye Ekonomi Modeli
#Batı
1 yıl önce
Bütçe açığı, seçim popülizmi ve asgari ücret
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!