|
Kırkpınar ve genç kuşağın uğradığı samimiyet krizi üstüne

Kırkpınar’da er meydanı 661. kez kuruldu. Bu meydanlardan ismini bildiğimiz veya bilmediğimiz nice pehlivanlar geçti. Her biri onları besleyip büyüten toprağın, çayırın ve güneşin hakkını, yiğitliklerinin zekâtını verdi bu meydanlarda. Toprağın bereketi vurgulandı yağlar dökülürken. Öyle ya her coğrafyanın harcı mı yağı dökmek...

Bu sene
genç
pehlivanların başpehlivanlık güreşinde baş başa kalmaları damga vurdu Kırkpınar’a.
Başa baş
kalmadılar tabii. Güreş tarzı daha dikkat çekici olan Cengizhan Şimşek başpehlivanlığı aldı.

Ama tecrübenin yadsınamaz bir rolü varken gençlerin üstünlüğünü gerçekten tartışmaya değer buldum. Dünya her anlamda dönüşürken olağan bir gelişme gibi okudum.

Değişim zamanlarında
birikimin
, katkı verse de ana taşıyıcı olmayı tartamadığını düşünürüm. Gerçekten bu tür zamanlar hareketin, taze bilginin, değişime direnmemenin ve biraz da cesaretin belirleyici olduğu cinstendir. Elbette farklı alanlar için bu tespit mutlak olmamakla beraber toplamda değişimi gençlik sürükler.
Türkiye’de 80’liler ve 90’lılar değişimde etken olamamış, edilgen kalmış kuşaklardır. Sıra 2000’lilere gelince ise edilgen kalmak lüksleri yok gibi görünmektedir. Daha doğrusu etken olmadıkları takdirde 80’liler ve 90’lılardan katkı alamayacakları gibi rüzgâr nereden eserse o tarafa dönmek durumunda kalacaklardır.
Artık rüzgâra yeter.

Türkiye, dış âlemle iktisadi olarak da siyasi ve askeri ilişkilerinin kalitesi bakımından da kurumsal olarak bir değişime girmeyi tercih etmiştir. Bu tercih her yönüyle ancak ve sadece genç nesillerin menfaatine odaklanmaktadır. Fakat onlar benimsemeden bu değişimi taşımak ve amaçlara ulaşmak mümkün değildir. Çünkü değişime direnenler her zaman olduğu gibi bugün de var ve diri diri toprağa gömer gibi gençlerin aleyhine çalışmaktalar.

Genç kuşaklar üzerine sorumluluk almaktan uzak durdukları gibi bir eleştiri getiriliyor. Ben bu eleştiriyi yerinde bulmuyorum. Gençler kendi sorumluluklarını pekâlâ alıyorlar. Hatta kendi sorumluluklarını başkalarına havale etmeyi yanlış kabul ettiklerini anlıyorum. Belki başkalarının sorumluluğunu almaktan hoşlanmıyorlardır. (Onlar kendi sorumluluklarını alırlarsa diğerlerine karşı sorumluluklar da yönetilir zaten.) Gençler için sorumluluk almayıp gençler sorumluluk almıyor demek de haksızlık zaten.

Bugün ulaşılmak istenen hedeflerin, arzulanan atılımın onların yararına odaklandığını doğru anlatmak lazım… Kayıtsız kalmayacaklardır. Sahip de çıkacaklardır. Hem iktisadiyatta ve uluslararası muvazenelerde yeni düşüncelerin kapısının aralanmaya çalışıldığını öğrenmeleri de en tabii haklarıdır. Çoklarının yaptığı gibi amaçlar göz ardı edilip adımları amaçlardan bağımsız eleştirmek -her zaman yeni politika setleri belirlenmesi mümkünken- amaçların karşısında olmaya benzer. Böylece de ortaya şimdi sayacağım örneklerde olduğu gibi “lehte görünümlü gerçekte aleyhte” bir gelecek kuşak mağduriyeti hikâyesi ortaya çıkar.

Dövizi yatırım aracı görmek genç nesillerin aleyhine çalışmaktadır. Kâr amaçlı finansal aracılık gene onların aleyhine çalışmaktadır. Faizin oranı değil, kendisi onların aleyhine çalışmaktadır. Kredi çekip döviz alanlar onların aleyhine çalışmaktadır. Mülteciye göre iş üretip Türk gencine göre siyaset yaptığını sananlar onların aleyhine çalışmaktadır. Stratejik yatırımların karşısında durup (gerçi duramıyor hafife alıyorlar) daha fazlasını istemeyenler onların aleyhine çalışmaktadır. Atalete ve fiyatlardaki fırsatçılığa enflasyon bağlamında dokunmayıp ücretler söz konusu olunca enflasyon kaygılarını dile getirenler onların aleyhine çalışmaktadır. Teröre destek verenlerin, uluslararası anlaşmaları ihlal edenlerin karşısında söz edemeyenler onların aleyhine çalışmaktadır. Bu liste böyle uzayıp gider. Fakat fotoğraf başka gözükmekte veya gösterilmektedir.

Sanırım gençler için bugünün en büyük krizi samimiyet krizidir. Samimi olanlar samimiyetlerini ifade edemediği gibi samimi olmayanlar samimi davranmaktadır.

Samimiyet krizi var diye samimiyetlerini ifade etmekte zaafa düşenlerin varsa hataları kulak arkası edilecek değildir elbet, samimi olmadıkları halde samimiymiş gibi davrananlarınsa suiistimal alanlarını açık bırakmak makul değildir.

Zaten dönüşüm zamanları özünde samimiyetin test edildiği zamanlar değil midir?

Bu sorudan hareketle Türkiye’nin bugün çokça tartışıldığı gibi bir politika iletişimi krizi değil, dönüşüm etrafındaki bir samimiyet krizinden muzdarip olduğunu düşünüyorum.

#Kırkpınar
#Cengizhan Şimşek
#pehlivan
2 yıl önce
Kırkpınar ve genç kuşağın uğradığı samimiyet krizi üstüne
7,5 milyonu aşan kamu personeli ve emeklilerinin seçimlere etkisi
Türkiye’yi taşıyacak düşünce kapasitesi nasıl gelişir?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı