Off-roadçuları dev görünümlü maskülen araçlarla trafikte seyahat etmelerinden bilirsiniz. Otoyollar kendilerine zulümdür ama dikkat edilirse yapılı araçlarının verebileceği özgüvene rağmen kimseyi rahatsız etmezler. Çünkü dev araçlarının içinde koca bir kalp taşırlar. Fert oldukları kadar topluluk halinde hareket ederler. Zor şartları iyice zorlarlar ama hiçbir arkadaşlarını yarı yolda bırakmazlar. Hayata dayanışma zaviyesinden bakarlar. Yolda kalıp bir off-roadçuya denk gelen şanslıdır. Onları kar yağıp da İstanbul’daki bütün yollar kapandığında birçok insana yardım ederken de gördük.
Trafikte bir de spor otomobilciler vardır. Yarış iştahı içinde tüm bireysellikleriyle ufak ebatlı araçlar kullanmalarına rağmen diğer sürücüleri taciz eder dururlar. Kimseyi tanımaz basar geçerler. Yalnız ve sadece kendileri önemlidir. Onlar için diğer araçların trafikte olma hakları dahi yoktur. Yollar gibi diğer her şey onlar için vardır. Tüm bakış açılarını rekabet zaviyesinden örgütlemişlerdir. Maalesef akaryakıt istasyonları dışında kimseye bir fayda sunma gayeleri yoktur.
İşte, doğru iktisadi yaklaşımla kapitalist yaklaşım arasındaki fark tıpkı off-roadçularla spor otomobilciler arasındaki fark gibidir. Dayanışma ve rekabet farkı.
Kapitalizmin sonuna gelinmiştir. Davos gibi etkinliklerde bu gerçek konuşulur hale gelmiştir. Evet, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu sancıların yegâne gerekçesi olan kapitalizmin sonuna gelinmiştir. Tüm dünya bir arayış içindedir. Türkiye de bu arayışta İslam iktisadıyla önü çeken ekonomilerden birisidir. İslam iktisat düşüncesi, binlerce yıllık İslam iktisat tarihinin merkez değeri olan dayanışma paradigmasıyla bu arayışta öne de çıkmaktadır.
Kapitalist çevreler, son yıllarda rekabet ile dayanışma arasında bir denge kurulması ihtiyacını güçlü biçimde dile getirirken bu bağlamda eserler kaleme alınmaya başlamıştır. Artık dünya bir kırılımın eşiğindedir.
Kişi başı geliri, gelir adaletiyle beraber iyileştirmek için İslam iktisadı bir rol oynayabileceğinden, hedefle İslam iktisat düşüncesi arasında bir ilişki kurulabilir. O yüzden bu iktisadi düşünce okulu ile ilk 10 ekonomi vizyonunu bağlantılı görürüm.
Peki, bu hedef gerçekten ulaşılabilir mi? Uluslararası ölçekteki araştırma kurumlarının ve örgütlerin bir kısmının 2050 ve sonrası itibariyle gayrisafi yurtiçi hasıla sıralamasında Türkiye’yi gördükleri yer bir fikir verebilir.
Ve böyle bir başarıyla dünyaya kendi paradigmasından daha iyi bir ekonomi kurulabileceğini gösterme imkânı da bulunabilir. Çünkü rekabetçi zaviyeden yaklaşılırsa ilk 10 ekonomiden birisi olup kendi içinde dengesiz bir sosyal yapı ortaya çıkarması riski de vardır.