|
Sürdürülebilirlik ve yeniden formatlanma
Evliya Çelebi’mizin
Anadolulu bir sincabın orman imkânlarından bahsederken; Van’dan İskenderun’a, ya da Erzurum’dan Antalya’ya ve yahut Diyarbakır’dan İstanbul’a gibi sonradan çeşitlendirildiği anlaşılan birkaç rotada hiç toprağa basmadan yol alabileceğini kaydettiği söylenir.

Gerçekten ilginç görülebilecek bir tespit ama aslında öyle değil. Her ne kadar Mezopotamya’ya, büyük ihtimalle Şattülarap’a, verilen bir paye olsa da Anadolu tarımın başkenti sayılabilecek kadar belirleyici bir coğrafyadır. Dünyada tarım alanlarının ise ormanlar kesilerek açıldığı bilinir.

Gılgamış Destanı’nda askeri bir tehdide muhatap olmamak için pusuya müsait koca ormanların ordu güvenliği için yakıldığı ifade edilir.

Nemrut’un, Hz. İbrahim’e
kıymak için yaktığı ateşle ilgili rivayetler dikkate alınırsa ya Urfa’daki bütün ağaçlar kesilmiştir yahut da Urfa zaten ormanlık bir yerdir. Buna göre
Göbeklitepe, Karahantepe
ya kel tepelerdir ya da buraları da Aztek yerleşimleri gibi yemyeşil ormandır.

Dünyanın 7 harikasından birisi sayılan İskenderiye Feneri’ni yanar tutmak için Lübnan’ın sembolü olup bayrağına da giren fakat zor bulunan sedir ağaçlarının büyük bölümünün eski Mısır zamanında kesilerek fenerde yakıldığı tespit edilir.

Amerika’da tahsilim sırasında şahit olduğum bir diyalogdan bahsetmek isterim; bir ortamda insanlar tanışırken Amerikalı biri diğerine nereli olduğunu sordu; diğeri eski Amerikan başkanlarından birisinin de kökenlerinin geldiği yer olan “
Kenya
” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Amerikalı kişi rahatsız edici ve rahatsız edici olduğu kadar çarpıcı olan şu tepkiyi verdi;
“oo, biz sizin ormanlarınızı kesip kendilerimizinkini koruyoruz, hahaha.”

Şöyle ya da böyle dünyanın gelecekte de ihtiyaç duyacağı kaynaklarından birisi, yer açmak, ısınmak, aydınlatmak, mamul üretmek veya ne sebeple olursa olsun tarihten bugüne hızla tüketildi. Endüstriyel kaynakların en gözle görünürü olduğu için ağaçtan örnek verdim. Fakat tıpkısı tüm diğer kaynaklar için işliyor. İnsanlık dünya kaynaklarını, maalesef biraz da israf iştahını tatmin için sömürüyor.

Bunu yaparken de dünyayı kirletiyor. Sonuçta elde hem yetersiz hem de elverişsiz bir gezegen kalacak. Üstelik bu sömürü şu geri planla gerçekleştiriliyor; madem dünya bizi öldürecek bir sürü silaha sahip, gerçekte yaşam için elverişsiz bir yer olduğu anlaşılabilir, onu yaşama elverişli hale getiriyoruz.

Burada sunduğum okuma orijinal olsa da işte, bu geri planın yanlışlığını dünya artık anladı. Sürdürülebilirlik (dünyanın gelecek nesiller için yeterli ve elverişli olması) etrafında tüm süreçler ve iş dünyası yeniden formatlanmaya başlandı. Bu bağlamdaki gelişmeler iki motivasyondan besleniyor. Birincisi oto-farkındalık ikincisi ise finansal dayatma.

Türkiye sıfır atıkta pilot ülke olarak sürdürülebilirlikte önü çekse de işletmelerin farkındalığı yeterli değil gibi geliyor. Bu durumda finansal dayatmayla karşı karşıya kalması beklenebilir. Ben de konuyu bu yüzden gündeme aldım.

Dünyada artık işletmelerin karbon ayak izi ve diğer sürdürülebilirlik kriterleri kredi değerliliklerini belirliyor. Finansal kesim çevre duyarlılığı olmayan işletmelere ya kredi vermeyerek ya da daha maliyetli vererek bir disiplin oluşturmaya çalışıyor. Şimdilik belli “ticket size” (kredi projesi büyüklüğü) üzerindeki işlemler için uygulansa da yakında KOBİ’lere kadar bu tutum inecektir. Çünkü sürdürülebilirlik başlığında 2030 ve 2050 karbon emisyonu azaltma ve sıfırlama (net sıfır) için kararlaştırılmış tarihler ve ülkeler adım atmaya başladı. Türkiye de karbon borsasını kurduktan sonra tutumunu daha güçlü belli edecektir.

Türk işletmeler, yerel veya ulusal kredi pazarlarından pay almaya devam etmek istiyorlarsa bugünden sonraki yatırımlarını sürdürülebilirlik farkındalığıyla gerçekleştirmeye başlamayı düşünmeliler. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı da dünyayla benzer takvimi takip ediyor. 2053 için net sıfır hedefiyle hareket ediyor. Yani zaman daralıyor ve sürdürülebilirlik başlığında şimdi davrananlar yarın avantajlı olacaklardır.

Daha önemlisi ise kredi menfaatlerinin ötesinde sorumluluk duygusu kazanmaktır.
Bol buldun, savur
anlayışı geleceğimizi tehlikeye atmaktadır.

İkinci el fiyatına sıfır araç

ÖTV ile ilgili tartışmalar gündemi meşgul etti. ÖTV artmamalıydı. Çünkü araç fiyatlarındaki artışın davranışsal biçimde gayrimenkul fiyatlarına yansıması ihtimali vardı ve maalesef oldu. Sürücülerin fiyat artınca güvenlik donanımından vazgeçmesi sorununu da unutmamak lazım... Amma madem arttı bir kere,
y
anlış bir zamanda indirmektense
yaratılan kaynağı
alt gelir grupları
için kullanmak daha anlamlı olabilir. Toplu taşıma ucuzlatılabilir, mesela. Sıfırlana da bilir. İkame mal etkisi yapıp fiyatları etkileyecektir. Ya da biraz önce tartıştığımız sürdürülebilirlik başlığında düşük emisyonlu hibrit (sadece gerçek hibriti kastediyorum-emisyon standartlarını atlatmalıkları değil) veya elektrikli araç temini için finansal imkânlar geliştirmede kullanılabilir. (Bunu bankalar kendileri de yapabilir. Araç kredilerinde emisyon ile maliyet yapısı ilişkilendirilebilir.) Hem
arz sorunluyken
ÖTV indirmek devletin vazgeçtiği gelirin,
bayilerin cebine akıtılması demektir
. Üstelik bugün sıfır araç,
ikinci elden zaten ucuzdur.
ÖTV indirimi, hem arz kısıtlı hem talep güçlüyken oluşmuş piyasa fiyatlamalarına geçici etki edip arzulanan sonucu vermeyebilir. ÖTVd'ense Togg’a odaklanmak daha yararlı olabilir.

#ÖTV
#Evliya Çelebi
#KOBİ
2 yıl önce
Sürdürülebilirlik ve yeniden formatlanma
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle