|
Büyüme korkusu

Gerçekleri yansıtıp yansıtmadığına bakmaksızın "Türkiye''nin ne denli büyük ve güçlü bir ülke olduğundan" sözedip duruyoruz.

Bu söylemin Başbakan Ecevit''in ABD gezisi dolayısıyla sıkça telaffuz edildiğine yeniden tanık olduk.

Örneğin, Başbakan, ABD gezisi sırasında her fırsatta Türkiye''nin büyük bir ülke olduğunu yineleyip durdu. Başbakan''ı birazcık da ABD Başkanı Bill Clinton (kelimenin tam anlamıyla) "gaza getirmişti"; "Sayın Ecevit''le iki büyük ülkenin yöneticileri olarak görüşmemize başlamak istiyorum" diyerek.

Benzer bir tavrı ve söylemi TBMM''nin açılışı sırasında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de geliştirdi. Demirel, "Türkiye''nin gelecek yüzyılda dünyanın ilk 10 büyük, gelişmiş ülkesi arasına gireceğini" söyledi.

Bu arada İsmail Cem, Çevik Bir gibi "romantikler" de vardı bu koroya katılanlar arasında. Cem, "Türkiye hiç bu kadar güçlü olmamış, kendisini bu kadar güçlü hissetmemişti" derken; Emekli general Çevik Bir ise "Türkiye, yükselen değerdir" dedi.

Yanılsa(t)ma ve kuşatma

Türkiye''nin büyüklüğüne ilişkin söylenen sözlerin, aslında, Türkiye''nin şu an büyük bir ülke olmadığını, ama gelecekte büyük bir ülke olabileceğini temenni etmekten başka bir anlam ve gerçeklik taşımadığını kabul etmek zorundayız.

Tüm bunlar, birer yanılsa(t)ma, Türkiye''yi başkalarının belirlediği bir istikamet doğrultusunda "kuşatma" çabası olmasın sakın!

Bir kere şu temel saptamayı yapalım: Türkiye''nin büyük bir ülke veya yükselen bir değer olmasını söyleyenler, Türkiye''nin bizzat kendisinin, aktif olarak ortaya koyacağı bir çabayla, "iddia"yla; ülkemizin, toplumumuzun çıkarlarını ve önceliklerini öne alan politika ve stratejilerle büyüyeyeceğinden sözetmiyorlar.

Söylenmek istenen şey şu: "Birileri, bir takım güçler, Türkiye''nin büyük bir ülke olduğunu ve olacağını söylüyor. Çünkü yaşadığımız bölgede oluşan fiili durum, bizim önümüze Türkiye''nin büyümesini sağlayabilecek imkanlar ve fırsatlar sunuyor bize".

Bunun somut "tercümesi" ise şöyle bir şey: "Genel olarak Avrasya haritasında, özel olarak da Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya''da Türkiye artık söz sahibidir."

Türkiye hangi "Söz"ün sahibi?

Gerçekten öyle mi? Türkiye, bu bölgelerde kendi adına ve kendi çıkarlarını korumak için kendiliğinden mi söz sahibidir? "Hangi söz"ün, iddianın sahibi Türkiye? Yoksa birileri, yani ABD ve İsrail''in bölgeye yönelik stratejileri, hedefleri ve planları Türkiye''den böylesi bir rol oynamasını gerektirdiği için mi Türkiye bölgemizde söz sahibi bir ülke haline getirilmeye çalışılıyor?

Yani Türkiye, kendisi adına, kendi çıkarları için mi bölgede sözümona söz sahibi bir ülke olmaktadır? Yoksa başkaları adına, başkalarının çıkarlarını garanti edebilmelerini sağlayabilmek için mi bölgemizde söz sahibi ve "büyük bir ülke" yapılmaya çalışılmaktadır?

Kendimizi kandırmayalım. Her şeyden önce, örneğin ABD''in ve İsrail''in çıkarlarını garanti almalarını sağlamayı taahhüd de etse, bu güçler veya ülkeler, Türkiye''nin bulunduğu bölgede büyük bir güç ve büyük bir ülke olmasını istemeyecek ve buna asla izin vermeyecektir. Bunu bilelim. (Saddam Irak''ının kısa tarihçesini şöyle bir gözden geçirmemiz bu gerçeği görebilmemiz için yeterlidir.) Hele de Türkiye''nin, salt kendi çıkarları ve öncelikleri doğrultusunda yeniden büyük bir ülke, güç ve iddia sahibi olmaya kalkışmasına ABD''nin de İsrail''in de asla göz yummayacağını bir kenara kaydedelim.

"Söz sahibi" olmak...

Türkiye''nin, birilerinin omuzlarına basarak veya gölgesinden giderek (bir tür sömürge pskilojisiyle ve zihniyetiyle) büyük bir güç haline gelemeyeceğini, büyük bir ülke olamayacağını bilmek gerekiyor. Kaldı ki, böylesi bir şey, bizatihi, küçük düşürücü, onur kırıcı bir şeydir.

Türkiye''nin yeniden büyük bir güç, iddia ve söz sahibi olabilmesinin başlıca yolu, bizzat içerde büyüyebilmesi, olgunlaşabilmesi, özgüven kazanabilmesinden; bu da elitlerle toplumun bütünleşmesi, önceliklerinin ve kimliklerinin ortak bir noktada buluşmasından, yani Türkiye''nin kendisiyle, kendi toplumu, tarihsel deneyimi, birikimi ve dinamikleriyle barışmasından; bu gerçekten büyük birikimi, deneyimi ve dinamikleri çağdaşlaştırarak yeniden icat edebilmenin yollarını keşfedebilmesinden geçiyor.

Toplumu, toplumun köklü deneyim ve birikimlerini, duyarlıklarını ve dinamiklerini dışlayarak, "irtica" gibi deli saçması yaftalamalarla düşman belleyerek büyüyebilen bir toplum yok yeryüzünde.

Türkiye, kendisi kalarak, kendi dinamiklerinden yola çıkarak büyümekten korkuyor. İşte bu tür bir "büyüme korkusu", Türkiye''yi tuhaf yanılsamalara, yollara, "kandırmacalara" başvurmaya zorluyor. Oysa bu, Türkiye''nin büyümesini, tarihi rolünü rasyonel şekillerde yeniden oynamasını sürgit erteliyor.

Türkiye, kendi dinamikleriyle, kendine özgü iddialarıyla büyüme korkusunu üzerinden atamadığı, hatta böylesi bir şeyi "tehlike" olarak görme aymazlığından kurtulamadığı sürece asla büyüyemeyeceğini, bölgesinde bile söz sahibi olamayacağını; birilerinin "sözcülüğü"nü yapmaktan başka bir şey yapamayacağını unutmamalı.


25 yıl önce
Büyüme korkusu
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle