|
Çıkmaz Sokak

Bir yanda istikrarsızlık, tıkanma; öte yanda ise artık gittikçe kolaylaşan ve "meşrulaşan" yolsuzluklar, hırsızlıklar, yargısız infazlar, toplumun hem kendine, hem de elitlere ve kurumlara olan güvenini sarsıyor ve ülkeyi tam bir kaosun eşiğine sürüklüyor.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, yaklaşık son on yıldan bu yana bölgemizde önümüze inanılmaz fırsatlar ve imkanlar açılmasına rağmen, dış politikada çıkarlarımızı öne alan köklü ve uzun vadeli stratejiler ve politikalar geliştirmekten aciz oluşumuz, bu fırsatları ve imkanları inanılmaz bir şekilde harcayışımız, bölgemizdeki stratejik haritaların yeniden çizilmekte olduğu bir zaman diliminde ülkemizin kaçınılmaz olarak kuşatma altına alınmasını kolaylaştırıyor.

Yeni Şafak geçen hafta geniş kapsamlı bir başörtüsü raporu yayımladı. Arkadaşımız Abdullah Muradoğlu''nun yaptığı bu önemli araştırma, Türkiye''nin önemli bir yarasının haritasını gözler önüne seriyordu. Salt başörtülü oldukları için hayatları söndürülen onbinlerce insanın trajik haritası...

Hayati sorunlar dururken...

Hayati sorunlarla boğuşan bir ülkenin elitlerinin, ülkenin acilen çözüm bekleyen sorunlarıyla uğraşması gerekirken, toplumuyla, ülkemizin toplumsal ve kültürel dinamikleriyle uğraşması akıl alacak bir şey değil doğrusu.

Ülkemizin sorunları sürgit dağ gibi büyümesine rağmen bu ülkeyi yöneten insanlar, bu sorunlarla uğraşmak yerine neden toplumla, toplumun giyimi, kuşamı, saçı, sakalı ile uğraşıyorlar?

Başörtüsünü, üniversitelerden, kamu hayatından uzaklaştırmakla, ülkenin hangi köklü sorunlarını çözeceğimizi sanıyoruz acaba? Başörtüsüne "savaş" açmakla, deyim yerindeyse, başörtüsünü "şeytanlaştırmakla", bilerek veya bilmeyerek ülkeyi başörtülüler ve başörtüsüzler diye ikiye bölmek ve kamu hayatında başörtülülere karşı tam anlamıyla "etnik temizlik" başlatmakla toplumumuzun hangi acısını, sıkıntısını dindirmiş olacağımızı sanıyoruz?

Sorunun, kamu hayatından başörtüsünü uzaklaştırmak olmadığını, asıl sorunun başörtüsünün simgelediği ve bu ülkenin temel sorunsalı olan toplumumuzun kimliğini, kollektif hafızasını, anlam haritalarını, tarihini oluşturan temel ortak paydamız ve dinamiğimiz olan "müslümanlık sorunu" olduğunu neden açıkça itiraf etmekten çekiniyorsunuz da takiyye yapıyorsunuz.

Milli Eğitim''de yapılan Sekiz yıllık kesintisiz eğitim reformu (veya darbesi), Kur''an eğitiminin adeta sıfırlanması, İHL''lerin kapanmanın eşiğine getirilmesi vs gibi toplumumuzun müslümanlıkla ilişkilerini en asgari düzeye indirmeyi amaçlayan bu absürt ve anormal adımlar, bu ülkenin temel sorunsalının müslümanlığın, İslam kültürünün, siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarını tanımlayacak veya belirleyecek bir konuma sahip olmamasını sağlamak olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim Reformu, eğitim sistemimizi çağdaşlaştırmak amacıyla yapılmadı. Kendimizi kandırmanın hiç bir faydası yok. Kur''an Kursları, İHL''ler ve başörtüsü konusunda geliştirilen absürt politikaların bu ülkenin eğitim sistemindeki kangrene dönen sorunları çözmek için geliştirilmediğini herkes biliyor.

İslam kültüründen uzaklaştırmak...

Temel sorunumuz şu: Gerek yerli gerekse yabancı sosyal bilimcilerin üzerinde hemfikir oldukları şey, sözümona Türk modernlerşmesinin veya Batılılaşmasının başlıca kalkış noktası, "Türkleri İslam kültüründen uzaklaştırmak"tır.

Yaklaşık 150 yıldan bu yana ortaya konulan pratik, bu argümanı açıkça doğruluyor. Adına modernleşme veya Batılılaşma projesi denen şey, Türkiye''de tam anlamıyla modern kurumlar üretmedi. Tam aksi bir pratik üretti: Anti-demokratik, anti-liberal, sivil hakların ve özgürlüklerin alanlarını büsbütün daraltan, hukukun üstünlüğüne gölge düşüren, tüm kurumları ve tavırları anormalleştiren ve absürtleştiren, elitlerle toplumu çatışmanın eşiğine getirecek ve ülkeyi tam bir kaosun eşiğine sürükleyecek ürkütücü bir sonuçla karşı karşıyayız. Tam bir çıkmaz sokak yani.

Toplumuyla, toplumsal, kültürel ve tarihsel birikimi ve pratikleriyle sorunlu olan bir sistemin, ülkenin sorunlarını çözmesini beklemek ham hayalden başka bir şey olmasa gerek. Böylesi bir ortamda, elbette ki, sorunlar her geçen gün daha bir büyüyecek ve içinden çıkılmaz hale gelecektir. Yine böylesi bir ortamda, huzurun, sükunun, dayanışmanın, iç barışın ve istikrarın hakim olmasını beklemek elbetteki mümkün olmayacak bir şeydir.

Burada ünlü filozof Heidegger''den daha önce de yaptığım bir alıntıyı tekrarlamak istiyorum. Ne diyordu üstad: Bir "yer"de sükunu tesis edebilmek için, "o yer"e iskan etmek ve "o yer"i mesken tutmak gerekir.

Bizim elitlerimiz, bu coğrafyanın temel dinamiklerini olumsuzlayarak, reddederek, zihinsel olarak ne idüğü belirsiz bambaşka coğrafyalarda gezinmeyi sürdürerek bu ülkede asla huzur, sükun, istikrar ve barışı sağlayamacaklarını çok iyi bilmeliler. Bu ülke çağdaşlaşacaksa, toplumumuzun kollektif hafızasını, anlam haritalarını ve zihin kalıplarını oluşturan yüzyılların mücadelesi ve birikimiyle oluşan temel dinamiklerimizi redderek değil, benimseyerek, yeniden icat etmenin yollarını araştırarak çağdaşlaşacaktır. Öbür türlüsü, akla zarardır. Tarihin, toplumsal değişim süreçlerinin ilkelerine ve mantığına terstir. Olmayacak bir şeydir. Toplumuyla, toplumsal dinamikleriyle sorunlu ve hatta kavgalı olan bir ülkeyi beklenmedik zamanlarda, beklenmedik ürkütücü sorunların ve çıkmazların beklediğini tarihe baktığımızda görmekte zorlanmayacağımızı hatırlatmak isterim.

25 yıl önce
Çıkmaz Sokak
Köküne hasret ağaç
İkiyüzlünün meşrebi
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı