|
"Gölge" ve "gerçek"

AB''de Türkiye''nin adaylığı için düğmeye basıldığı, bundan sonraki sürecin bir takım formalitelerin yerine getirilmesinden ibaret olacağı anlaşılıyor. Üstelik, AB, bugüne kadar, Türkiye''den gerçekleştirmesini istediği koşulların hemen hepsini kaldırdı; bu koşulların AB''ye üyeliği süresince de zamanla yerine getirilebileceğine karar verdi.

Daha önce de AB, Türkiye''ye böylesi bir işlem yapabilirdi. Ama yapmadı. Neden?

Neden şimdi?

Bunun, birbirinden bağımsız olmayan iki temel ve görünen nedeni var: Birincisi, AB, Türkiye''nin her bakımdan Amerikan yörüngesine girdiğini ve bunun, uzun vadede, AB ülkelerinin Avrasya stratejisini kadük bırakacağını anlamakta gecikmediler ve adeta Türkiye''den talep ettikleri tüm koşulları ertelediler.

İkinci neden, Türkiye''nin Amerikan yörüngesinden kopamayacak kadar "kontrol" altına alındığını düşünen Amerikan yönetimi, artık Türkiye''nin AB''ye alınmasında bir sakınca olmadığına karar verdi ve bu konuda AB ülkelerine baskı yaptı. İyi de, neden?

Bunun, biri, şu an yaşanan fiili durumla ilintili; diğeri de, görünmeyen, asla gündeme getirilmeyen daha tarihsel nedenlere dayanan iki temel nedeni var. Birinci nedeni şöyle açımlayabiliriz: Amerika, Soğuk Savaş''tan sonraki dönemde, Avrasya ve Orta Doğu''ya kesin olarak yerleşmiş durumda. Modern tarihi boyunca ilk kez kendi fiziki coğrafyasına çekilmek zorunda kalan Avrupa''nın geleceği de artık ABD''den bağımsız olarak belirlenemeyecek kadar Amerikan yönetimi bölgeye yerleşmiş durumda.

İkinci neden, tarihi açıdan önem taşıyan ve bu bakımdan da Türkiye''nin şu ya da bu şekilde de olsa hem AB''ye alınmasında, hem de ABD''nin Türkiye ile ilişkilerini derinleştirmesinde kilit rol oynayan asıl nedendir. Bu yüzden bu tarihi gerekçeği biraz daha açmak zorundayız.

Gölge mi gerçek, gerçek mi gölge?

Batılıların Türkiye ile kurdukları yakın ilişkilerin temelinde yatan ama kısmen Batılılarca, büyük ölçüde ise bizim elitlerimizce gölgelenmeye, örtülmeye, yok sayılmaya çalışılan bir gerçek var: Bizim elitlerimiz Batılılara Cumhuriyet tarihimiz boyunca hep şöyle bir "vaat"te bulunageldiler: Biz, yaptığımız reformlarla, devrimlerle, sizi yüzyıllardır tehdit eden, ürküten ve meşgul eden iddialarımızdan, ideallerimizden ve değerlerimizden vazgeçmiş ve sizin idialarınızı, ideallerinizi ve değerlerinizi benimsemiş durumdayız. Sizin de gördüğünüz gibi bunları topluma da benimsetme savaş/ım/ı veriyoruz. Sizi yüzyıllarca uğraştıran "geçmişimiz"i geride (=gölgede) bıraktık.

Ancak Batılılar, bizim elitlerimizin söylediklerine kimi zaman değer veriyorlar ama çoğu zaman da kendi bildiklerinden yola çıkarak bizimle ilişki kuruyorlar. Başka bir deyişle Batılılar, Türkiye''ye, Cumhuriyet tarihimiz boyunca gösterdiği başarılar; attığı ve Batılıların asla kayıtsız kalamayacakları büyük adımlardan ötürü yakınlaşma çabası içinde değiller. Türkiye''de Batılılaşma adına yapılan şeylerin toplumda kök salamadığını, dolayısıyla ortaya çıkan tablonun kendileri için mutlaka dikkate almaları gereken bir gerçekliği, toplumda karşılığı olmadığını biliyorlar.

Türkiye ile yakınlaşma ihtiyacı hissediyorlar; çünkü Türk elitlerinin "geçmiş" olarak nitelediği, gölgelemeye, bastırmaya, yoksaymaya çalıştığı dinamiklerin kendileri açısından asıl gerçeklik taşıyan, asıl dikkate alınması gereken dinamikler olduğunun çok iyi farkındalar. Türkiye''nin Balkanlarda, Kafkaslarda ve Orta Doğu''da şu ya da bu şekilde mevcut olan "etkinliği"nin, Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı döneminde gerçekleştirilen bir etkinlik olduğunu -bizimkilere inat- söylemekten de çekinmiyorlar. Soru: Clinton, Türkiye "büyük devlettir" derken, neden Cumhuriyet tarihini değil de, Osmanlı tarihini anlattı Ecevit''e?

Batılılar, Osmanlı coğrafyasının İslam medeniyeti''nin merkezi''ni oluşturduğunu ve şu an bu coğrafyada müslümanlığın dışında denenen müslümanlık dışındaki projelerin, bu coğrafyadaki toplumları müslümanlıktan uzaklaştıramadığını, aksine, müslümanlığa daha da yakınlaştırdığını; müslümanlığın yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirebilecek siyasi, ekonomik ve kültürel bir güç olarak yeniden tarih sahnesine çıkma emareleri göstermeye başladığını veya bu coğrafyanın müslümanlıktan başka güçlü bir geleceğinin olamayacağını farketmiş durumdalar.

"İslam dünyası, 20. yüzyılda, son bin yılın en büyük entelektüel sıçramasını gerçekleştiriyor" diyen (Islam: The View From the Edge, 1994: 4) )Columbia Üniversitesi''nden Richard Bulliett gibi onlarca profesörün, araştırmacının ve stratejistin yazdıklarını çok yakından takip ediyor ve ona göre politikalar ve stratejiler geliştiriyorlar.

Yapılmak istenen şey şu: İslam dünyasının geçmişte olduğu gibi yarın da yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirmesi kesinlikle önlenmelidir. Elitlerin gölgelemelerine, gizlemelerine rağmen Türkiye gibi bu yeni oluşumda yine kilit rol oynayabilecek ülkeler(in halkları), asla kendi hallerine bırakılmamalıdır.

Batılıların Türkiye''yi AB''ye almaktan başka seçenekleri kalmadığı için Türkiye AB''ye alınacaktır. Bu, riskli bir iştir Batılılar için. Ama daha büyük tehlikelerin önlenmesi için böylesi bir riski göze almak kaçınılmaz hale gelmiştir. Bastırılmaya, gölgelenmeye çalışılan "büyük ve kalıcı" gerçeklerin, zoraki olarak varedilmeye çalışılan sözde-gerçekleri gölgede bıraktığı artık anlaşılmış olmalı. Kendisini, kendi gerçekliklerini, iddialarını bastırmaya, yoksaymaya ve gölgelemeye çalışanlar; kaçınılmaz olarak, kökleri tarihin ve hayatın derinliklerine uzanan ve insanların ruhlarında, dolayısıyla zihin yapılarında köksalan; sınanmış, yaşanmış; "kan"la, canla başla, aşkla, şevkle, sevgiyle, içtenlikle ve coşkuyla "yazılmış" derûni ve asli gerçekleri asla yok edemeyeceklerini unutmamalılar.


25 yıl önce
"Gölge" ve "gerçek"
Torba kadro atamalarında yaşanan mağduriyete son verilmelidir
Kurban sofrasına asla yalnız oturulmaz
Döner kesen Soykırım Destekçisi Frank, unutma: Gün gelir, hesap da döner!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!