|
Paganlaşma, etnik "barbarlaşma" ve İslâmcılık

Yazının sonunda söyleyeceğim şeyi, başında söylüyorum: Türkiye''de yaşanan terör hâdiseleri de, bölgemizde yaşanan pagan ve barbar nitelikler kazanan mezhebî, kabîlevî ve etnik çatışmalar da, aslında yeni bir doğum sancısının habercileridir. Yeter ki, bakmasını bilelim. Bakmasını bilemeyenler, başkalarının bakışlarına râm, oyunlarına “yem” olmaktan kurtulamazlar.

Dünyanın etnik bakımdan, kültürel bakımdan ve sosyolojik bakımdan en karmaşık bölgesini tam beş asır barış ve kardeşlik yurdu hâline getiren bir medeniyetin kurucuları, koruyucuları ve çocukları olduğumuzu yeniden hatırlayabilir ve ona göre geleceğimizi kendi ellerimize alacak güçlü ve çok boyutlu bir ittihad-ı islâm fikri üzerinden yeniden esaslı bir medeniyet yolculuğuna soyunabilirsek, bu kaos ve kargaşa ortamının, tıpkı Selçuklu döneminde olduğu gibi, yeni bir medeniyet ufkunun ve şafağının atması için önümüze konulan bir imkân ve imtihan vesilesi olduğunu kavramakta zorlanmayız.

Bu imtihanı ya kazanacağız ve yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük edeceğiz; ya da kaybedeceğiz ve tarih bitecek…

***

Cins sosyal teorisyenlerden Peter Gay, iki ciltlik zihin açıcı Enlightenment / Aydınlanma kitabında, sekülerleşme sürecini, “modern paganizmin yükselişi” olarak tarif eder.

Paganizm, tek kelimeyle, putperestlik demek. Bir şeyin paganlaştırılması, o şeyin putlaştırılması anlamına gelir. Meselâ kariyerin ve paranın, iktidarın ve politikanın, arzuların ve hazların, bilimin ve aklın, devletin ve etnisitenin, cinselliğin, egonun ve futbolun kutsanması, paganlaştırılması ile sonuçlanır.

***

Modernliğin, bir paganizm biçimi olarak görülmesinin en temel nedeni, Tanrı fikrinin yitirilmesi, giderek “Tanrı''nın öldürülmesi” ve insanın tanrılaştırılmasıdır. İnsanın tanrılaştırılması, ontolojik güvensizlik duygusu (yön ve anlam krizi) yaşanmasına yol açmış; modern insan, bu ontolojik güvensizlik duygusunu aşabilmek için epistemolojik güvenlik alanlarını alabildiğine genişletmiştir.

Epistemolojik güvenlik alanlarının genişletilmesi, her tür kontrol ve kolonizasyon biçimini kaçınılmaz olarak kışkırtmıştır. Modern insan, Descartes''ın “buyruğu”na uyarak, “doğanın efendisi ve hâkimi” olmuş; böylelikle, güç üreten araçları (bilimi, teknolojiyi) ele geçirme, dolayısıyla dünyaya, kıtalara ve kültürlere hâkim olma kavgası vermiş ve bunu başarmıştır!

Peki, sonuç ne? Sonuç, “insanın ölümü” (Foucault), “varlığa varoluşsal saldırı” (Heidegger), gezegenin delik deşik edilmesi ve sözümona demokrasi, özgürlükler ve hukuk çağında, dünyanın, savaşlarla, cinayetlerle, işgallerle cehenneme çevrilmesi.

***

Paganlaşma''nın dölyatağı sekülerleşmedir. Ernest Gellner, modernliğin başlangıcından günümüze gelinceye kadar iki tür sekülerleşme biçiminin geliştiğine dikkat çeker. Kendi terimlerimle ifade edecek olursam, birinci sekülerleşme süreci, modernlikle birlikte başlamıştır ve “din''in dünyadan uzaklaştırılması”yla sonuçlanmıştır.

İşte modern paganizmin kaynağı, Gellner''in sözünü ettiği birinci sekülerleşme sürecidir. Birinci sekülerleşme sürecinde, modern insan, önce insanı, sonra da kendi dışındakileri ve geliştirdiği her şeyi putlaştırmıştır. Doğa, insan iradesi, akıl, birey, devlet, siyaset, estetik, bilim ve teknoloji''nin putlaştırılması önlenememiştir.

Dünyevî, beşerî, bedenî, dolayısıyla arızî bir şeyin kutsanması, aslî olan katına yükseltilmesi, kişinin veya toplumun hayatında merkezî bir yere veya konuma yerleştirilmesi, kaçınılmaz olarak paganlaşmanın tohumlarını eker.

Paganlaşma, kaçınılmaz olarak, her tür barbarlaşma biçiminin ve şiddetin kaynağıdır. Paganlaşma azmanlaştıkça, barbarlaşma da azar, kontrolden çıkar ve insan vahşîleşmekten kurtulamaz.

Bu sürecin sonu, barbarlaşmayla ve savaş vahşetiyle sonuçlanmıştır: Birinci ve İkinci paylaşım savaşları, paganlaşmanın ve barbarlaşmanın azmanlaşan insanı ne tür felâketlerin eşiğine sürükleyebileceğini göstermiştir; sadece Batılılara değil, bütün insanlığa.

***

İkinci sekülerleşme süreci, postmodern süreçte karşımıza çıkar. Gellner, bu süreci, “dünyevî olanın dinselleştirilmesi” olarak tarif eder.

Bu, modern paganizmin yerini, neo-paganizmin alması anlamına gelir: Medya, kültür, eğlence, spor, futbol endüstrisi vs. aracılığıyla din-dışı kutsallıkların icat edilmesi.

***

Şu an Türkiye, barış ve kardeşlik ortamı bayramı bile kan gölüne çeviren bir paganlaşma ve barbarlaşma sorunuyla boğuşuyor aslında.

Kürt meselesi, kültürel, sosyal ve siyasî haklar meselesini çoktan aşmış, etnik kimlik meselesine indirgenerek paganlaştırılmıştır. Kürt etnik kimliğinin paganlaşmasını sağlayan, kışkırtan, meşrûlaştıran şey, tam da pagan/laştırılan Türk kimliğidir, Türkiye''nin, Türk kimliğinin Türk etnisitesi üzerinden tanımlanması, dolayısıyla paganlaştırılmasıdır.

Bir imparatorluk bakiyesi, 30''a yakın etnik kimliğin sıkıştırıldığı bir ülkede seküler ulus kimliği üzerinden bir toplumun bir arada yaşatılabileceğini düşünmek, tam bir entelektüel körleşme örneği ve dolayısıyla cinayettir.

Türkiye''de hayalî, bizim tarihimizde karşılığı olmayan seküler bir ulus-devlet icat edilerek, önce Türkiye''nin kimliği Türk etnisitesi üzerinden tanımlanmış ve Türkiye, etnik kimlikler üzerinden paganlaşma, barbarlaşma ve parçalanma sürecinin eşiğine fırlatılmıştır.

Eğer Türkiye, bu toplumun yegâne ortak ve üst kimliği İslâmî kimlik, kolektif hafıza, tarihî ve sosyo-kültürel tecrübe üzerinden kendisini yeniden tanımlayamaz ve inşa edemezse, önümüzdeki çeyrek asırda, Türkiye''nin etnik kimlikler balkanlaşması / parçalanması yaşamasının önlenebilmesi mümkün olabilir mi?

***

Sosyalizmin ve milliyetçiliklerin bittiği, globalleşmeye karşı lokal kimliklerin kışkırtıldığı postmodern bir zaman diliminde önümüzde tek seçenek var: Zaten homojen bir coğrafî nitelik arzeden bölgemizin, tarihî ve kültürel derinliğini harekete geçirerek kısa, orta ve uzun vadeli projelerle İslâmî bir bütünleşme, bir medeniyet fikri etrafında yeniden toparlanma sürecine girmesi…

150-200 yıldır yaşadığımız paganlaşma biçimleri, bu ülkenin bütün sorunlarını patlatmak üzere… İslâmî bütünleşme, kısa ve orta vadede çok zor; küresel güçler buna izin vermeyecektir. Ama uzun vadede, bölgenin, dün olduğu gibi yarın da bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyabilecek tek seçeneği, küresel güçlerin buradan her bakımdan uzaklaştırılacağı ve ortak bir geleceğin müştereken inşa edileceği, çok yönlü bütünleşme sürecidir.

***

Bölge halklarının kendi geleceklerini dün olduğu gibi yarın da kendilerinin belirleyebilmeleri için, modernleşme ve sömürgecilik süreçlerinde içine sürüklendikleri siyasî yıkımları, zihnî savrulmaları, kültürel çözülmeleri, mezhebî, etnik ve kabîlevî paganlaşma biçimlerini aşmalarını mümkün kılacak çok yönlü, herkese, bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyan, ittihad-ı İslâm fikrini epistemolojik ve ontolojik olarak her alanda hayata geçirmeyi mümkün kılacak, esaslı bir medeniyet fikri etrafında toplanmalarından başka çıkar yol gözükmüyor.

***

Salt siyasî çözümler, salt ekonomik çözümler, salt ulus ve kabîle devletleri cenderesinden önerilen çözümler, çözüm değil, ölüm getirecek, kan getirecek, kaos getirecek, bölgenin sömürgeciler tarafından yeniden paramparça edilmesiyle sonuçlanacaktır.

***

Biraz derin nefes alarak, esaslı bir tarh felsefesi yapmaya, bölgenin sorunlarını bir bütün olarak ve en dibine, köküne, kökenine giderek mercek altına almaya ihtiyacımız var.

Önce, şu tespiti yapmak zorundayız: Bölge, 200 yıldır, büyük bir medeniyet buhranı yaşıyor: Batı modernliğinin seküler-kapitalist meydan okuması, bölgenin Osmanlı medeniyet tecrübesi ile inşa edilen temel yapılarını çökertti; siyasî, kültürel ve zihnî sömürgeleşme biçimlerini kışkırttı ve meşrûlaştırdı; bölge halklarını birbirine düşman kılacak kadar absürt ve yapay sorunlar icat etti. Sonuçta, bölge halkları, kendilerine olan güvenlerini yitirdiler.

***

İkinci olarak, bugünkü sorunlar, tarihten gelen sorunlardan ziyade, sömürgecilerin icat ettiği ve ne yazık ki, gerçeğe dönüştürdüğü yapay, sahte sorunlardır. Bölge ülkelerinin kaderleri, bölge halklarının elinde değil hâlâ. İpler başkalarının elinde ve biz kuklaları, palyaçoları ve figüranları oynuyoruz hâlâ! Sömürgeciler, yapay coğrafî sınırları çizmekle yetinmediler; aynı zamanda, önceden siyasî olarak sömürgeleştirdikleri bölgenin insanlarını, bu kez kültürel olarak, zihnî olarak sömürgeleştirdiler: Sömürgeciler gittiler ama yerlerine, hem diktatörleri, hem de sosyalizm gibi, milliyetçilik gibi seküler ideolojileri diktiler.

***

Üçüncü olarak, şu ân, yeni bir evreye giriyor bölge: Bölgeden sömürgeciler, önümüzdeki çeyrek asırda çekilip gidecekler ve bölge ilk kez bağımsızlığına kavuşma imkânına kavuşacak. Batılıların, diktatörlüklerle, güdümlü-kabîle devletçikleriyle kontrol altında tuttukları dünyanın son ve tek bölgesi burası. Ama artık sona gelindi. Sona gelindi gelinmesine de, Batılılar, bölgeyi kendi istedikleri şekilde dizayn etmeden bölgeden çekilmek istemiyorlar, istemeyecekler de.

Onun için, etnik, mezhebî, kabîlevî kimlikler kışkırtılacak, bölge tam anlamıyla içinden çıkılması zor bir kaosun ve felâketin eşiğine sürüklenecek. Ayrıca çok yönlü bir sekülerleşme süreci başlatılacak; İslâm''ın Protestanlaştırılması süreci hızlandırılacak…

Bu etnik, mezhebî ve kabîlevî kimlikleri, paganlaşma biçimlerini önleyebilecek tek imkân, bölgeyi kısa, orta ve uzun vadeli projelerle yeniden her anlamda İttihad-ı İslâm etrafında bütünleştirecek bir medeniyet fikridir.

***

Siyasî, kültürel, ekonomik ve entelektüel anlamda ittihad-ı İslâm fikrinin hayata geçirilmesini mümkün kılacak ortam da, fikrî birikim de mevcut aslında. Bu kaos ortamının bölgeyi daha fazla parçalamaktan ve küresel kapitalist güçlere peşkeş çekmekten başka bir işe yaramadığı bölgenin bütün halkları, entelektüelleri, siyasetçileri tarafından net bir şekilde görülmüştür ve bu görüş, yüksek bir sesle, daha geleceğe dönük ufuklar çizerek yeniden dillendirilmelidir.

***

İslâmcılığın en güçlü, en köklü ve en kalıcı projesi, ittihad-ı İslâm projesidir. Afgânî''den Akif''e, Said Halim Paşa''dan Cevdet Paşa''ya kadar bu konuda geliştirilen külliyat ve fikriyat yenilenmeli ve bölgenin gündemine yeniden getirilmelidir.

Sadece Bediüzzaman''ın Hutbe-i Şamiye''si, bölgenin ittihad-ı İslâm fikri etrafında yeni bir medeniyet sıçramasının hayata geçirilmesini mümkün kılacak teorik ve pratik bir yol haritası sunmaya tek başına yetecek bir metindir.

Yine Sezai Karakoç''un medeniyet fikri, bölgeyi toparlayacak, ayağa kaldıracak bir diriliş ve varoluş fikrinin ufkunu sunmaya yetecek çapta, kalibrede ve derinliktedir.

***

Özetle… Yaşanan kaos, yeni bir doğum sancısının habercisi, sömürgecilerin korkulu rüyası olacak müşterek bir geleceğin işaret fişeğidir. Bunu görelim.

Süreç, çok zor ve zorlu geçecek elbette. Ama kolay elde edilen bir şeyin, elden kolay kayıp gideceğini gözardı edemeyiz. Zora talip olmalıyız; uzun bir yolculuğa, insanlığa barış, kardeşlik ve adalet ruhu ve nefesi üfleyebilecek kadar uzun muhkem bir yolculuğa soyunmalıyız.

İşte o zaman, zor''un oyunu nasıl bozacağını, bu bölgede/n yeni bir dünyanın nasıl kurulabileceğini görebileceğiz. Yeter ki biz soğuk kanlılığımızı yitirmeyelim ve ipleri artık kendi elimize alabilelim… Sosyalizm gibi, milliyetçilik gibi Batılı seküler ve pagan ideolojiler, bölgenin tarihini ve gelişini durdurmaktan ve bölgeyi Batılılara peşkeş çekmekten başka bir işe yaramamıştır.

Kudüs Kriterlerini, Şam Kriterlerini, Saraybosna Kriterlerini, İstanbul Kriterlerini yeniden yol haritamız olarak belirlediğimiz zaman yeni bir dünyanın kurulması “ân meselesi” olacaktır.

Yaşadığımız modern ve postmodern süreç, paganizmin türlü versiyonlarıyla, insanlığı nasıl bir tıkanmanın, barbarlaşma biçimlerinin eşiğini sürüklediğini gösteren ürpertici ama o ölçüde de öğretici bir süreç oldu.

İşte bugün (yaklaşık 200 yıldır) yaşadıklarımız, bugün bizi bir yol ayırımın eşiğine getirip bıraktı: Ya “yola çıkmaya hüküm giyeceğiz”; ya da yolumuzu kesenlere boyun eğmeye devam ederek ölümümüzü ve insanlığın ölümünü bekleyeceğiz! Unutmayalım: Dün olduğu gibi, yarın da insanlığın ölümü de, yeniden-doğumu da bizim elimizde, bize bağlı!

***

Eğer biz “yola çıkmaya hüküm giymezsek”, Kürt meselesinin kardeş kavgasına dönüşmesi de, küresel güçlerin bölgemizdeki güçlerini kullanarak bölgeyi lime lime etnik, mezhebî, kabîlevî dilimlere bölerek cehenneme çevirmeleri de kolay kolay önlenemez.

Bu nedenle, İslâmcılık meselesi üzerinde soğukkanlı, öz-eleştirel ve önümüzü görecek, zihnimizi ve ufkumuzu açacak şekilde yeniden ve ciddiyetle düşünmek zorundayız vesselam.

SON
٪d سنوات قبل
Paganlaşma, etnik "barbarlaşma" ve İslâmcılık
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!