|
"Devrim içinde evrim"

Birinci el kaynaklar ve birincil aktörler, İran''da yaşanan şeyin devrimin, kendisini, kendi iç dinamikleriyle ve mekanizmalarıyla yenileyebilecek bir reflekse sahip olduğunu kanıtlıyor.

İran seçimlerinin sonuçları, ilk bakışta, gerek Türkiye''deki elitleri, gerekse hegemonik güçleri fazlasıyla gaza getirmişe, heyecanlandırmışa benziyor. Öyle ki, belli bir süredir manipülasyonda, çarpıtmada ve yarı resmî el Ahram gibi yayın yapma konusunda rekor üstüne rekor kıran Türk medyasının en "el-Ahram"cısı Hürriyet, hızını alamayarak "Çatır Çatır Çöktü" manşeti atacak kadar gazlandı ve heyecanlandı.

Gazlanmak, heyecanlanmak...

Bu "gazlanmanın" ve heyecanlanmanın nedenleri ne acaba? Hem İran''da, hem de İslam dünyasında yeni bir süreç yaşandığı doğru; ancak bu yeni/leşme süreci/ni doğru okuyabiliyor muyuz gerçekten? Gerek ülkemizdeki, gerekse dünyadaki kimi akıl ve kalem sahipleri, İran seçimlerini, küresel medya dilinin icat ettiği sözcüklerle konuşarak, İran''da "muhafazakarlar"ın "hezimet"e uğradıklarını, "reformcular"ınsa zafere ulaştıklarını söylüyorlar.

Medyada, iş dünyasında, siyasette Türkiye''ye vaziyet eden ve ürettikleri söylemi topluma dayatmaktan başka bir şey beceremeyen elitler ve güç sahipleri, adına "İslam devrimi" denen bir köklü değişim yaşamış ülkede, halkın iradesinin parlamentoya olaysız ve sorunsuz bir şekilde yansımış olmasından hoşnut olabilirler mi? Hele de birinci tehdit olarak takdim edilen "irtica"nın hükümferma olduğu İran''da her bakımdan "mürteci" olarak adlandırılması gereken İran halkının kendi iradesini ülkenin yönetimine yansıtması gerçekten hoşnut etmiş olabilir mi Türkiye''deki elitleri ve medyatörleri?

Bu sorunun cevabı "elbette ki hayır" şeklinde bir cevap olabilir/di. Ama gelin görün ki, halkın iradesini derin güçlerin vesayeti altına alan bizim elitlerimiz ve medyatörlerimiz, İran''daki seçimlerden "yenilikçiler" olarak adlandırdıkları Hatemi yanlılarının zaferle çıkmasından şimdilik son derece memnun görünüyorlar.

İyi de neden?

...ve hayal görmek!

Nedeni şu: Seçim sonuçlarını, sözümona "yenilikçiler"in galibiyeti ve İslam''la özdeşleştirilen İran rejiminin ve rejimin bekçisi olarak lanse edilen "muhafazakarlar"ın mağlubiyeti olarak algılıyorlar! Muhafazarlar, bizimkiler için irticayı (yani Müslümanlığı) temsil ediyor. "İrtica"nın İran da bile yenilgiye uğramış olması, bizimkileri fena halde heyecanlandırıyor!

İyi de gerçekler, gerçekten de bizimkilerin gördüğü veya görmek istedikleri gibi mi? Bu sorunun tam olarak cevabını verebilmek için, İran''da yaşananları yakından bilen ve izleyen, dünyanın birinci sınıf gazetecilerinden ve yorumcularından Robert Fisk''e başvurmak, islamcısı, sağcısı, solcusu ile hemen tüm aydınlarının kafası karışık olan biz Türkiyeliler için ufuk ve zihin açıcı olabilir.

Fisk, The Independent gazetesinde 19 Şubat tarihinde yayımlanan ve çarpıcı gözlemler içeren yazısında şu ilginç saptamaları yapıyor: "Batı, sürekli ve bilinçli olarak İran''ı yanlış anladı, yanlış yorumladı ve yanlış lanse etti. Batının, bu yanıltıcı yaklaşımı, son İran seçimlerinde de sürüdürdüğü gözleniyor: Devrim yanlılarını, muhafazakarlar, aşırı uçtakiler, sertlik yanlıları olarak lanse ederken, reformcuları ise devrim karşıtıymış gibi tanımlamayı yeğledi. Oysa gerçekte bu kategorizasyonlar, son derece yanlış ve yanıltıcı. Örneğin, Amerikan yönetimi, Hatemi yanlılarının seçimlerden büyük başarıyla çıkmasından memnuniyet duyduğunu açıkladı. Ancak Amerikalılar''ın bu durumdan hoşnut olduklarından pek emin değilim. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki, ABD, Orta Doğu''daki diktatörlükleri çok seviyor ve Orta Doğu''da demokrasinin gerçekten kök salmasından çok korkuyor." Gerek Türkiye''de büyük ölçüde dış patentli olan hayali bir irtica tehlikesi icat eden ve bu tehlikeyi sürekli gündemde tutmaya çalışan ve halkın iradesinin vesayet altına alınmasına göz yuman, hatta aracılık eden laik elitlerin, gerekse dış politikasının en önemli ayaklarından biri fundamentalizm tehlikesi üzerine bina edilen ABD''nin İran seçimlerinde "reformcular"ın büyük başarı elde etmelerinden şimdilik hoşnut gözüküyor olmalarının nedeni, İran''daki bu yönelimin, zamanla devrimi tüketebileceği ve başka bir şeye dönüştürebileceği hayalidir.

Yeni bir paradigmatik süreç

Ancak bunun boş bir hayal olduğu anlaşılıyor. Çünkü İran''daki reformcuların veya Hatemi yanlılarının kaygısı, devrimi, halkın ihtiyaçlarına, taleplerine, sorunlarına ve duyarlılıklarına daha fazla cevap verecek şekilde yenileme ve pekiştirme çabasından başka bir şey değil.

Bu gerçeği, Hatemi''nin başdanışmanı Muhammed Ali Abtahi şu cümlelerle dile getiriyor: "İran''daki seçimlerin sonuçları, bazı çevreler tarafından maksatlı olarak İslam''ın reddi olarak yorumlanıyor. Ayrıca, ortaya çıkan durumun, İran''ı Batı yörüngesine girdirecek bir durum olduğu öne sürülüyor. Bu yorumlar, kesinlikle yanlış ve maksatlı yorumlardır. İran halkının İslam''ı reddettiğini sanmak, saflık olur. Öte yandan İran halkı, İran''ın Batı yörüngesine girmesinin İran''a ne denli pahalıya patladığını Şah döneminde çok iyi gördüğü için, böylesi bir şeyin sözkonu olması elbette ki mümkün değil. İran''da olan şey, devrimin reddi filan değil. Aksine sistemin kendi iç dinamikleriyle kendisini yenilemesidir. Devrim, belli, katı, herşeyi dondurucu bir İslam yorumunu sonsuza dek dayatmayacak kadar kendinden emin, kendi iç dinamikleriyle evrilebilecek, kendisini yenileyebilecek kadar pekişmiş durumda."

Görüldüğü gibi birinci el kaynaklar ve birincil aktörler, İran''da yaşanan şeyin devrimin, kendisini, kendi iç dinamikleriyle ve mekanizmalarıyla yenileyebilecek bir reflekse sahip olduğunu kanıtlıyor. Kendilerine özgü söyleyecek özgün hiçbir şeyi olmayan Türkiye''deki kimi odaklarla, İslam''ın yeniden tarih sahnesine çıkma emareleri göstermesinden kaygı duyan hegemonik güçler, İran''daki yeni durumu bilerek veya bilmeyerek yanlış okuma kaygısı içinde olduklarından, İran''da yaşananlardan şimdilik hoşnut olmuş görünüyorlar. Ama yarın, değişim dalgalarının müslümanlık ekseninde dillendirilmeye ve hayata geçirilmeye başlandığını görmeye ve kabûl etmeye başladıkları vakit, bütün bir İslam dünyasında müslümanlık eksenli değişim ve yenileşme taleplerinden fena halde rahatsızlık duymaya başlayacaklardır.

Kaldı ki, bu sürece çoktan girildiği içindir ki, İslam dünyasında müslümanlık eksenli tüm söylemler ve projeler, daha yolun başındayken hadım edilmeye, tüketilmeye, etkisiz hale getirilmeye çalışılmıyor mu!

Oysa, sanılanın aksine son derece çarpıcı yepyeni bir oluşumla, yepyeni bir yenileşme ve değişim süreciyle karşı karşıyayız: İran''da yaşanan ve ivme kazanarak gelişeceği anlaşılan yeni/leşme süreci, gerek "irtica fobisi" ile yatıp kalkan Türkiye''deki elitlerin ve medyatörlerin, gerekse hegemonyalarına en büyük meydan okuyuşun İslam dünyasından gelebileceğini bizden de çok iyi bilen dünyadaki hakim güçlerin müslümanlık eksenli değişim, yenileşme çabalarını tehdit, tehlike, irtica, fundamentalizm gibi kavramlarla yaftalayarak etkisizleştirme, engelleme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmakta olduğuna dair önemli ipuçları veriyor.

24 yıl önce
"Devrim içinde evrim"
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!