|
Türkiye ne işe yarar?

Avrupa Birliği Komisyonu''nun geçtiğimiz Çarşamba günü aldığı, Türkiye''ye AB adaylığı konusunda yeşil ışık yakan tavsiye niteliğindeki karar, Ankara''nın kafasını karıştırdı.

AB, Ankara''yı, bir kez daha hazırlıksız yakaladı. Çünkü son birkaç yıldan bu yana, çoklukla gizlenmeye çalışılsa da, Ankara, AB''ye karşı "red" cevabı vermiş gibiydi. AB Komisyonu''nun kararı bu yüzden Ankara''da "soğuk duş" etkisi yaptı.

Ardından Finlandiya''nın Tampere kentinde Cuma gücü yapılan AB liderleri zirvesinde Türkiye''nin AB adaylığının desteklenmesi yönünde Almanya ve İngiltere''nin ardından Fransa, Avusturya ve Danimarka''dan da destek sözü geldi.

Ankara''nın kafası neden karıştı?

Soğuk Savaş''tan sonra kesin olarak Amerikan yörüngesine giren ve ABD''nin bölgemizdeki jeo-stratejik haritasında kendisine bir yer ve rol biçilen Türkiye, AB ile ilişkilerimizde yeni bir kapı aralayan bu "hızlandırılmış gelişmeler"den sonra ne yapacağını şaşırmış görünüyor. İyi de, neden? Türkiye''deki siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına şekil ve yön veren elitler, Amerikan yörüngesi''nin, Türkiye''deki sistemin, tüm hastalıklılığına rağmen, sürmesinin garantisi olduğunu düşünüyorlar.

Türkiye''nin AB şemsiyesine dahil edilmesinin sistemin; -kaçınılmaz olarak- halkın taleplerine, dinamiklerine daha fazla duyarlı hale gelmesine yol açacağını, insan haklarının ve demokrasinin tam olarak uygulanmasını gerektireceğini ve bunun da son çözümlemede bugüne kadar olumsuzladığı çevre''nin (=toplumun) değerlerinin ve dinamiklerinin sisteme yön verebilecek şekilde merkez''e doğru daha emin adımlarla yürümesini kolaylaştıracağını düşündükleri için Türk elitleri, AB''nin yeşil ışığına tedirginlikle ve hatta biraz da ürküntüyle bakıyorlar.

Görüldüğü gibi Avrupa ile Amerika arasında sıkışan ve bu yüzden de beklenmedik zamanlarda beklenmedik şoklara gebe olan bir Türkiye var karşımızda.

Türkiye''nin, önceliklerini, kendi toplumsal, kültürel, siyasi ve ekonomik çıkarlarından yola çıkarak tanımlamak yerine, hemen her şeyini başkalarının çıkarlarına, dinamiklerine ve değerlerine endeksleyerek varolabilmesi, geleceğini kendisinin belirleyebilmesi hayaldir.

Türkiye, modernleşme tarihimiz süresince geliştirdiği ve bugün sistemi tam bir tıkanmanın eşiğine getiren "kendi"nden, kendi dinamiklerinden, dolayısıyla bugün hemen her alanda çok açık ve net bir şekilde görüldüğü gibi kendi toplumundan korkan, patetik (=hastalıklı) halini ve tavrını terketmediği sürece, daha çok şaşıracak, hiç de hesapta kitapta olmadığı sanılan şoklarla ve "depremler"le sarsılmayı sürdürecektir.

Avrupa ile Amerika arasında...

Şu gerçeği artık kabul edelim: Türkiye, kendisini, yani siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarını bizim dinamiklerimize göre tanımlamıyor. Bizim olmayan dinamiklere ve değerlere göre tanımlıyor. Mesela Türk elitleri "biz Batılı bir ülkeyiz, Batılı değerleri benimsemiş bir ülkeyiz" diyorlar. Ama Batılılar da çok iyi biliyor ki, Türkiye''nin elitleri "Türkiye Batılı bir ülkedir" demekle bu ülke Batılı sayılamaz. Böylesi bir kafa yapısının, kendisine ait dinamikleri, değerleri etkisiz hale getirilen, sömürgeleştirilmiş bir ülkenin kafa ve zihin yapısı olduğunu bizzat kendi tecrübelerinden ötürü çok iyi biliyorlar.

İkincisi, Türk elitleri, topluma rağmen, bizim dinamiklerimizi, değerlerimizi, gerçekliklerimizi yok sayarak "Türkiye Batılı bir ülkedir" deseler de, Batılılar Türkiye''nin Batılı bir ülke olmadığını, bir avuç elit "biz Batılıyız" demekle, o bir avuç elitin, adına konuştuğu toplumun Batılı olamayacağını, Türk toplumunun, kendine özgü bir kültür, medeniyet, tarih, deneyim ve birikimi olduğunu çok iyi biliyorlar.

Birileri, biz Batılıyız demekle bizi Batılı olarak kabul etmiyorlar. Ve bunu da açık açık söylüyorlar. Kaldı ki, Batılılar''ın bizi önemsemeleri, bizim Batılı olduğumuzu söylememizden değil, tam tersine, bizim büyük bir medeniyetin ve imparatorluğun çok yakın geçmişe kadar fiilen temsilciliğini ve liderliğini yapmış olmamızdan kaynaklanıyor. Batılılar''ın korktuğu şey, -bizim elitlerimiz, bu temel gerçeği yok sayarak hareket etseler de-, Türkiye''nin önceden üstlendiği tarihi rolünü yeniden üstlenebileceği gerçeğidir. Türkiye''nin bu rolü bir gün üstlenebileceğini, fiilen yaşanan gelişmelerin bunun en somut göstergesi olduğunu görüyorlar. Her ne kadar Türkiye''ye "Türkiye Batılılaşan, Batılı kampta yer alan bir ülkedir" deseler de "Türkiye Batılı bir ülkedir" demiyorlar; hiçbir zaman da demezler ve demeyeceklerdir de.

"Türkiye"yi durdurmak

Avrupa da, ABD de Türkiye''ye, iki temel nedenden ötürü, jeo-politik, jeo-ekonomik ve jeo-stratejik olarak şiddetle muhtaç durumdadır.

Birincisi, Türkiye''nin tarihî rolünü yeniden üstlenmesini önlemek ve Türkiye''yi "bağlamak"; -Toynbee''nin deyişiyle- "durdurmak" için.

İkincisi de, yine bununla ilintili olarak, ancak Türkiye''nin tarihî rolünü yeniden oynamasını önleyebildikleri takdirde, gelecek yüzyılın stratejik, siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan en önemli ve en belirleyici savaşlarının yaşanacağı bölgemizdeki çıkarlarını garanti altına alabileceklerini çok iyi biliyorlar.

İşte bu iki temel gerçeği bizim elitlerimiz ya bilmiyorlar ya da bildikleri halde kendi küçük çıkarlarının tehlikeye düşebileceğini düşündükleri için sürgit örtbas etmeye çalışıyorlar.

Oysa elitlerimizin kafalarına kazımaları gereken hayati bir gerçek var: Türkiye, kendisi olamadığı, kendi dinamiklerini, yeniden icat edilerek çağdaşlaştırılabilecek engin tarihsel deneyimini ve birikimini yok saydığı sürece, nereye ve nasıl yürüyeceğini asla kestiremeyecek ve başkaları tarafından sürgit kullanılmaya, yönlendirilmeye ve karıştırılmaya devam edilecek; kendi çıkarları sandığı ama hep başkalarının çıkarları olan şeyleri korumayı sürdürecek; böylelikle ülkemizin büyük bir ülke ve güç olması önlenmeye çalışılacaktır.

25 yıl önce
Türkiye ne işe yarar?
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu