“Anadolu’nun fethinden sonra İslam dünyasının siyasal ekseni Fırat ve Dicle nehirlerinin güzergahı olacak ve bu mihver ve hinterlandı bütün Müslümanları bir güvenlik şemsiyesi altında tutacaktır. Bu mihverin sarsıntı geçirdiği, dış tehditlere açık hale geldiği bütün zaman dilimlerinde İslam dünyasının bütünlüğünün bozulduğu ve üç kutsal şehrin de tehdit altına girdiği kolayca müşahede edilmektedir..
Osmanlılar, kuruluş yıllarında batıya doğru yayılarak, güçlü bir devlet oluşturup zirveye ulaştıklarında; Selçuklulardan devraldıkları mirası yani Kuzey-Güney mihverinin bütünlüğünü sağlamaya yönelmişlerdi. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın girişimi ile tamamlanan bu misyon, yeniden Fırat ve Dicle’yi merkeze oturtarak asırlar sürecek olan Osmanlı barışını kurmuştu.”
Osmanlı Devleti’nin tarihe karışmasıyla Müslüman dünyasının jeopolitiğinin ana mihveri tartışmaya açılmıştır. Bu çerçevede de şunları söylemiştim:
“Müslüman dünyasını parçalayan ve birbirine düşüren çatışmaların temel sebebi son yüzyıldır bütünlüğünü kaybetmiş olan bu mihverin bugün yok olmasıdır. Türkiye’nin gittikçe bağımsızlaşan politikalarıyla bu eksende itibarını arttırması ve Müslüman dünyası jeopolitiğini restore etme ihtimali, dikkatleri yeniden bu coğrafyaya yoğunlaştırmıştır.. Bu yüzden başta Türkiye olmak üzere bölge unsurları yeni bir strateji geliştirmek ve bu parçalı yapıları birlikte -en azından koordinasyon içerisinde- hareket edebilecek duruma getirmek zorundadır.”
Bugüne kadar bu sütunda sürdürdüğüm yazılarıma, kalemimi dinlendirmek üzere ara veriyorum. Bu vesile ile bu sütunu bana açarak fikirlerimi sizinle buluşturan Yeni Şafak Gazetesi ailesine, genel yayın yönetmenine ve her hafta yazılarımla doğrudan ilgilenen yazı işleri müdür ve çalışanlarına teşekkür ediyorum. Ayrıca yazlarımı okuyan, değerlendiren, fikir beyan eden ve eleştiren herkese de şükranlarımı arz ediyorum.