Ülkelerin duruma göre angajman kurallarının değiştiğini biliyoruz. Bütün dünyaya ilan ettiği bir tutumu olur ülkelerin. Sonra öyle bir gün gelir ki bu tutumun zarardan başka bir şey sağlamadığı anlaşılır, ya da yeni bir süreç belirir ve bu tutumun değişmesi kaçınılmaz olur. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” gibi. Anlam itibariyle itiraz edilecek bir söylem değildir bu. Elbette hem kendi içinde hem çevrende huzurun egemen olmasını istemen son derece doğaldır. Ama bu söylem Türkiye’de “etrafımdaki dünya, özellikle İslam ülkeleri cayır cayır yansa umurumda olmaz” şeklinde uygulandı.
Misaki Milli kavramı da ilk ortaya atıldığı zamanlarda galiplere bir mesaj niteliğindeydi. Biz, bu sınırların dışında kalan Osmanlı bakiyesiyle ilgilenmeyeceğiz. Nitekim Türkiye etrafındaki dünya ile ilgilenmedi de uzun süre. İlgilenmedi de ne oldu? Oralarda yangın sürerken buralarda hep istim üstünde yaşadı. Gereğinden fazla otoriterleşti, vatandaşlarının etkilenmemesi için akla hayale gelmedik önlemlere başvurdu. Mesela hacca gidilmemesi, en azından çok az sayıda insanın gitmesi için elden ne geldiyse yapıldı. Geçen yüzyılın yetmişli yıllarında her hac mevsimi aynı zamanda Arabistan’da kolera mevsimiydi. Kağıt üzerinde çizilen Misak-ı Milli’nin sosyal hayatta da çizilmesine yönelik stratejik adımlardı bunlar.
Şimdi yeni bir dünyanın, yeni bir Ortadoğu’nun eşiğindeyiz ve tabi yeni bir Türkiye’nin önce siyasette sahne almasına, ardından pratikte etkin olmasına tanık olmak üzereyiz. Bu konjonktürde Misak-ı Milli gömleği kaçınılmaz olarak bize dar gelecektir. Bu angajmanın değiştirilmesinin zamanı gelmiştir.