|

Batı, Çin'le yüzleşiyor!

Evren Tok
00:00 - 18/04/2008 Friday
Güncelleme: 01:43 - 18/04/2008 Friday
Yeni Şafak
Batı, Çin'le yüzleşiyor!
Batı, Çin'le yüzleşiyor!

Çin'in yeni aydınları, Batı'nın liberal demokratik hegemonyasına karşı meydan mı okuyor" diye sormuştu Mark Leonard, Prospect Magazine'nin Mart ayı sayısında. Leonard yazısında Çin'in sivil toplum örgütleri hakkında çarpıcı istatistikler veriyor, İngiltere, Avrupa ve Amerika ile kıyaslandığında, Çin'in sahip olduğu sivil toplum komünitesinin sayısal yüksekliğini gözler önüne seriyordu. Çin Sosyal Bilimler akademisinin tek başına 4000 araştırmacıya sahip olması gibi. Bir yanda dünya ekonomisi açısından kritik önem taşıyan, iktisadi kalkınmayla gökdelenlerin, işmerkezlerinin hızla arttığı, diğer yanda Batı'nın bugüne kadar geri plana ittiği otoriter yapısıyla yüzleşen ve Tibet'te yaşananlarla Batı dünyası tarafından ciddi eleştiriler alan Çin. Batı dünyası kuşkusuz bir özeleştiri sürecinde. Çin'in hipnotize edici ekonomik gelişimi artık baskıcı otoriter rejimin uygulamalarını görmezden gelmeye yetmiyor.

Nasıl Irak'ın çok parçalı etnik yapısını tanımak ve öğrenmek gerektiyse, benzer şekilde Tibet'le başlayan etnik ve dini hoşnutsuzluğun diğer renklerini de, yani Uygur Müslümanlarını, Falun Gong Ruhani hareketini, Moğolları, Kazakların durumunu da tanıma eşiğinde Batı. Artık "açık piyasa ekonomisinin uygulandığı bir diktatörlük kendi iç çelişkilerine ne kadar daha dayanabilir" sorusundan ziyade, bugün temel soru, "tek parti kontrölünde farklı etnik ve dini grupların varolduğu bir otoriter yapının nasıl federalleşeceği?".

"Siyaset ve güç" bağlamında dünyadaki fikirleri nasıl yeniden şekillendirebilir Çin? Çin'in entelektüel uyanışı, dünya ekonomisine olan etkisi kadar araştırılan bir konu değildi. Ancak Çinli entelektüeller açısından paradoksal bir durum söz konusuydu. Her ne kadar siyasi muhalefet, bağımsız sendikalar, siyasetçilerle medya arasında görüş ayrılığı için bir ortam olmasa da, Çin'in iç dünyasında ciddi tartışmalar yaşanıyor. Çin daha şimdiden küreselleşmeyle ilgili pekçok tezi haksız çıkardı ve otoriter bir rejimin ekonomik kalkınma sağlayabileceğini kanıtladı. Leonard'a göre, uzun vadedeki soru, "müzakereci diktatörlük" modelinin tek partili ülkelerde toplumsal meşruluk sağlamaya yetip yetmeyeceği. Çin'in kamuya danışarak uyguladığı sosyo-politik deneyler eğer işlerse, o zaman Çin tüm dünyadaki diktatörlüklerin küreselleşme çağında model olarak alacağı bir yapı olacak. Her ne kadar entelektüel olarak tam anlamıyla açık bir toplum olmasa da, think-tank kuruluşları, sivil toplum, üniversiteler ve Çinli düşünürler otoriter rejimin yörüngesinde özel iktisadi alanlar yaratarak piyasa felsefesini, müzakereci demokrasiden tutun da bölgesel birliklere kadar çeşitli Batılı fikirleri test etmeye, Çin'in kendine özgü yapısı dahilinde seçici olarak adapte etmeye çalışıyor.

Mart ayı başında yaşanan bu tartışmaların aksine, Washington Post yazarı Robert Cagan'a göre ekonomik modernizasyonun, yükselen gökdelenlerin ve canlı Şangay caddelerinin gizlediklerini, yani Tibet'te yaşananları dikkate almak gerekiyor. Çin'in otoriter diktatörlüğü, her ne kadar modern bir çeşit de olsa, son günlerde ciddi bir eleştiri yağmuru altında. Cagan yazısında, 1990'larda kendi içinde daha liberal bir Çin'in dışilişkilerde de daha liberal bir tutum sergileyeceğinin varsayıldığını, ve Amerikan dış politikasının bu dönemde Çin'i "uluslararası liberal sisteme" entegre etmeyi hedeflediğini belirtiyor.

Peki, Çin'in otokratik yapısı ve 21. yüzyılda hala 19. yüzyıl ruhuyla hareket eden bir ülke ne ölçüde liberal uluslararası sisteme kendini eklemlendirebilir? İmparatorluk ve geçmişin prestiji için savaşan bir ülkenin, 21. yüzyılda liberal küresel sistemin beklediği post-modern kafa yapısına nasıl sahip olabilir? Kimi Avrupa ülkeleri de ayrılıkçı hareketlerle yüz yüze, Katalanlar, Felemenkler, vb. ancak hiçbir örnekte şiddet yok! Batılı basının ortak mesajı şu: Bugün Çin kendi sorununa kendi çözümünü üretmek zorunda! Çin, Hong Kong ve Macau misallerinden esinlenerek kültürel özgürlük ve siyasi otonomi sağlamalı Tibetlilere - ki bu alternatif pek olası görünmüyor kısa vadede. Baskı ve şiddete dayalı çözümlerin yaratacağı küresel öfke, kuşkusuz Tibet'ten geçecek olimpiyat ateşinin ve oyunlarının ruhuna ters düşeceği de sıkça yapılan yorumlar arasında. "Olimpiyat Oyunlarının açılış seramonisini boykot etme" fikri ise bir anlamda Tibet'te olanları yadsımanın "diplomatik" izahı belki.

* Carleton Üniversitesi Doktora Öğrencisi



16 years ago