|
Neye dönüşeceğimize kim karar verecek?

Geçen yüzyılın “değişim” kelimesinin kapsadığı alan bu yüzyılda “dönüşüm” kelimesi ile genişledi. Bu çağa, insana, hem fizyolojik hem sosyal hem de de duygusal anlamda geri dönüşü olmayan müdahalelerin yüksek teknoloji marifetiyle imkânlı olduğu bir çağ diyebiliriz. İnsanın kaderini alt etmeye en fazla yaklaştığına inandığı çağ da diyebiliriz.

“Kendimi de tasarlayabilirim, çocuğumu da” dediğiniz anda “yeni insanı” konuşuyor hale geliyorsunuz. Ve buna dair konular ister etik, ister sağlık, ister inanç başlığı altında olsun gündemimizde çok merkezi bir yerde duruyor. Genetik ve sağlık teknolojilerindeki gelişmeler insan varlığının başlangıcından sonlandırılmasına biyoetik diyeceğimiz pek çok sorunu da beraberinde getiriyor.

Son 40 yılda ortaya çıkan gelişmelerle insana hücre seviyesinden başlayarak beden seviyesine kadar teknolojik olarak müdahale imkânı ortaya çıktı. Bugün bir kadının genom yapısı olarak ikizini doğurabilmesini ya da bir çocuğun biyolojik olarak beş-altı ebeveyninin olmasını mümkün kılan bir teknik seviyeden bahsediyoruz. Biyoetik üzerine çalışanlar ise tam burada devreye giriyor ve “teknik olarak muktedir olduğumuz her şeyi yapmamız ahlaken doğru mudur” sorusunu soruyorlar. Bu sahada uluslararası çalışmalarıyla bildiğimiz Prof. Dr. İlhan İlkılıç hocanın uyarılarına kulak vermekte fayda var.

Bugün teknoloji insanların davranış matematiğini dahi şema haline getirerek bir ürüne dönüştürüyor. Veri bankaları bu çağın petrolü gibi kıymetli. “Algoritma nakli, ya da algoritmayı almak aynı zamanda değerler sistemini almaktır” diyenler ise Batılı bilim adamları.

Almanya’da hamilelik sırasında down sendromu teşhisi konmuş olan bebeklerin yaklaşık yüzde doksanının kürtajla hayatına son veriliyor. Ahlâkî mi? Tüp bebek tekniği ile ihtiyaç olandan daha fazla üretilen embriyoların statüsü ne olacak?

Kafka’nın karakteri gibi hissediyor insanı kendisini. Filmler, diziler, distopya karakterleriyle insanın bir ürün olarak yeniden üretilebildiği bir dünyayı ve tabii ki felsefesini anlatıyor. Başımıza hayırhah işler gelmeyecek gibi görünüyor. Şimdiden bu konulara kafa yormak zorundayız. Gelecek gelmeden önce.

Bugünlerde en çok gündem olan konulardan birisi kendi bedeninden ve cinsiyetlerinden hoşnutsuz insanların durumu. Bu hoşnutsuzluğun altında yatan sebepleri, bu hoşnutsuzluğun körüklenmesini, modalaşmasını, küresel etkiye sahip medya, moda, kültür endüstrisi ile nasıl desteklendiğini belli ki daha çok uzun yıllar tartışacağız.

Hoşnutsuz olduğumuz bu işlemlerden geçmiş insanların ödediği bedeller, geri dönüşü olmayan durumlar pek de gündeme gelmiyor. Trans çocuklar diyerek adeta pedofili teşvik ediliyor. 5-6 yaşlardan başlayarak hormon tedavileri, vücudu Barbie ya da başka bir modele göre yeniden şekillendirme operasyonlarıyla insanlık bambaşka bir maceraya sürükleniyor.

Trans birey, trans çocuk, trans ergen derken eşcinsellik meselesi kişisel tercihlerin ötesinde, empoze edilen, desteklenen, enjekte edilen, farklılık adına ilham verici bulunan, özgürlükle eş tutulan bir kavram haline gelmiş durumda. Kendini gerçekleştirmek kavramının içine kala kala bu sığıştırıldı. Aile de işin içine dâhil edildi. Çocuğunun cinsiyet değiştirmesini isteyen aile iftiharla sunulurken bunun tersi olan aile de düşmanlaştırılıyor.

Çocuk doğduğu andan başlayarak enjekte edilen cinsiyet hoşnutsuzluğu, cinsel kimliğin seçip alınacak bir açık büfe haline getirilmesi, sağlıktan ahlaka, insanın geleceğine yön verecek önemli bir konu haline gelmiş durumda. Bir de dönüştüğünden memnun olmamak hali var. Ergenlikte dikkat çekmek, popüler olmak, ebeveyni üzmek, topluma karşı gelmek gibi pek çok duygu durumunu yaşar insan.

Tam da böyle bir evrede İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 11 hocanın kaleme aldığı bir makale gündeme geldi. Makalede özetle şu bilgiler yer alıyor: 2016-2022 arasında 53 ergenin tıbbi kayıtları incelendi. Tıbbi müdahale uygulanan (ortalama yaşı 16,3-16,4 olan) 30 ergenin klinik ve laboratuvar bulguları değerlendirildi. Bunlardan 5’i daha önce reçetesiz hormonal ilaç almıştı. 5 kişi daha önce intihara teşebbüs etmişti. Ergenlerin 28’ine hormon tedavisi başlatıldı. 11’ine yasal velileri onay vermedi. 15 kişi erişkin endokrinolji bölümüne sevk edildi.

Makalede ayrıca doktorların kendi onayları olmadan, 2 ergenin mastektomi (meme dokusunun çıkartılması) ve 5 ergenin de ses ve yüz feminizasyonu geçirdiği belirtiliyor. Bu operasyonlardan birini geçiren bir kişinin de intihar girişiminde bulunduğu, evden çıkmayı reddettiği için tedavisinin kesilmek zorunda kaldığı ifade ediliyor.

Türkiye’de cinsiyet değiştirme ameliyatları 18 yaş sonrası genetik ve uzun takibi içeren incelemelerin sonunda bir komisyon kararı ile alınabiliyor. Ancak -ebeveyn onayı şartı olsa da- cinsiyet gelişimini etkileyecek hormon ilaçları konusunda yasal bir boşluk var. Diğer taraftan beden yüz değişimine sebep olacak estetik ameliyatlar da yasal bir kurul iznine bağlı değil.

Bedene yapılan müdahaleler konusu üzerine çocukları koruyucu hangi önlemleri alabiliriz sorusu çok acil olarak önümüzde duruyor. Konu toplumun her kesimini ilgilendiriyor. Buna dair pek çok detayı yasa yapıcılarının, kurumların yeniden gözden geçirip düzenlemesi gerekiyor. Bu ve daha pek çok konuda, yapay zekâdan genetik müdahalelere kadar, daha bütüncül bir bakış açısıyla karar verecek bir ulusal etik konseyine ihtiyacımız var.

#Aktüel
#Toplum
#Ayşe Böhürler
9 ay önce
Neye dönüşeceğimize kim karar verecek?
Bagajlar ağır olur, beliniz incinmesin…
ABD başkan adayı: ‘Fetullah’ın arkasında…’
Turizm uğruna
Mermer atıklarının muhteşem geri dönüşümü
Tasarruf sandığı