|
“Almak satmak öğrendik, cebimizden katmak öğrendik”

Evvel zaman içinde, zaman zamanın içinde, yoksul bir karı-koca “bugün dünden güzel” diye diye günü güne ekler, yarın Allah kerim deyip gönüllerini geniş eylerlermiş.

Arada yevmiyeci olarak başkalarının işine gider, gün boyu çalışıp evlerine dönerler, vücutlarını dinlendirirlerse ertesi gün yeni bir işe gider dinlendiremezlerse “bugün de böyle geçsin” diyerek kulübelerinin önünde oturur, başlarını gökyüzüne kaldırıp “bulutların üstüne gönlümüzü koyduk” oyununu oynarlarmış. Onları kulübenin önünde görenler “bugün yiyecek aşları yoktur bunların” deyip pişirdiklerinden verir “yarın gönlünüz olursa bizim şu tarlada iş var gelin çalışın” derlermiş.

Bir akşam yorgun argın çapa çapalamaktan dönen kadın, kapının önünde çil bir altın bulmuş. Sevinçle altını kocasına vermiş:

“Al sen bununla yarın pazarda almak satmak öğren.”

Ertesi günü adam çil altını cebine atıp düşmüş yola. Az gitmiş uz gitmiş yol kenarında koyunlarını otlatan bir çoban görmüş. “Aman” demiş “kim gidecek pazara ben şu çobana bir altın verip bir koyun alayım, vakitlice eve döneyim” .

Çoban bir çil altın bir kaç koyun edecekken bu adamın kendisine bir altına bir koyun diye teklifte bulunmasına şaşırmış. Bu benimle eğleniyor ben de onunla eğlenirim dur bakalım deyip teklifi kabul etmiş.

Adam gayet ciddi vermiş altını, almış koyunu, tutmuş evinin yolunu.

Merada otlanacak iken yola düşmekten hiç memnun kalmayan koyun, gördüğü her ota diş vurmaya kalkınca, adam koyun ile yolu tüketemeyeceğini düşünüp en kısa zamanda ben bu kara gözlüden vazgeçeyim demiş. Bir adamın üç beş keçisi ile dere tepe gittiğini görünce adama selam vermiş:

“Ağam gel bu koyunla senin keçilerden birini değiş tokuş edelim.”

Keçi çobanı, bu tuhaf teklifi memnuniyetle kabul etmiş.

Çil altını bir koyuna, bir koyunu bir keçiye değişmiş olan adam neşe ile yoluna devam edeceğini sanırken, tepelere meyleden keçinin peşinde yorulmuş. Ben keçi ile keçilik edecek değilim ilk karşıma çıkana bu keçiyi satayım demiş. Bakmış karşıdan keçe külah satan bir adam geliyor. “Uğurlar olsun seninle değiş tokuş edelim mi ben sana bu keçiyi vereyim sen de bana bir keçe külah ver.”

“Oluur” demiş keçe külah satan.

Adam başına keçe külahını geçirip koyundan, keçiden kurtulduğuna pek memnun yürümüş. Bir müddet sonra başındaki keçe külah hararet yapmış, o hararet ile serin su ararken gelirken görmediği dereyi fark etmiş. Çarığını, çorabını çıkarıp tam ayaklarını derenin serin sularına salacakken bir rüzgar esmiş başındaki keçe külah dereye düşmüş. Bir iki peşinden gitmiş külahın. Bakmış yakalaması mümkün değil “Aldık sattık, keçe külahı dereye kattık” diye bir türkü tutturmuş. 

Yoldan geçen bezirgan devesini durdurup adama seyirci olmuş.

Adamın, suya kapılan külahın peşinden bir müddet gidip sonra da “aldık sattık keçe külahı dereye kattık” diye neşe ile türkü çığırışına hiçbir mana verememiş. Bu işin içinde bir iş var deyip  adama seslenmiş:

“Hele yolcu nedir senin almak satmak.”

Adam, bir altına bir koyun, bir koyuna bir keçi, bir keçiye bir keçe külah aldığını, keçe külahı da dereye düşürdüğünü anlatmış. “İşte böyleyken böyle bezirgan. Şimdi düştüm evin yoluna.”

Evin yolumu? Be ne saf ademdir böyle.

“Karın seni eve almaz.”

“Niye almasın, karım beni güle oynaya alır eve.”

Alırdı almazdı derken bezirgan adama “var mısın iddiasına?” demiş.

“Varım ne vereceksin ben iddiayı kazanınca?

“Benim vereceğim ortada, devenin yükünü olduğu gibi sana veririm esas karın seni eve almazsa sen bana ne vereceksin!”

“Sen onu hiç düşünme karım beni ille alır eve.”

“Var mı bunun garantisi!? Bahsin bahis olması için ille senin de bir şey ortaya koyman lazım.”

“Benim bir şeyim yok ki.”

Bezirgan, bir şeyim yok ki diyen adamın bu kadar kendinden ve karısının halinden emin olmasını saflığına vermiş. Bu bahsi ben kazanacağım nasılsa. Olmadı devemi güttürürüm diye geçirmiş içinden.

Adam sakin, bezirgan meraklı yolu bitirmişler.

“Bizim kulübe şurası” diye evini göstermiş adam.

Bezirgan adamın evini küçümsemiş:

“Ev dediğin burası mı köpek bağlasan durmaz bu viranede!”

“Olur mu orası bizim saadethanemiz. Köpeğimiz de mesuttur biz de” demiş gün boyu almak satmak öğrenen adam.

Bezirgan, adamın karısının adamı bir güzel döveceğinden emin “Ben şu çalının arkasına saklanayım. Deveyi de yanıma çöktürürüm” deyip adamı viranenin kapısına göndermiş.

Adam “Hatun, hatun, almak öğrendim, satmak öğrendim aha da ben geldim” diye bağırmış.

Kadın “Hoş geldin hoş geldin aldığın sattığın görünmüyor, hele öğrendiğini söyle” diye karşılamış kocasını.

Adam, ayaküstü koyunu, keçiyi, keçe külahı anlatmış karısına. Bezirganın duyması için sesini yükseltip “gittiğim gibi geldim senin bana verdiğin altını da telef ettim, hükmüm senin dilindedir, elindedir” demiş.

Kadın bir kahkaha atmış. “Adam sen de! Gir içeri. Çorba pişirdim. Sıcacık içelim. Gamlandığın şeye bak. Evvelisi gün bizim çil altınımız mı vardı! Sen çalarsın ben oynarım. Ün kaygımız yok dün kaygımız yok. Ağızımızın tadı yerinde, gücümüz kuvvetimiz de öyle” diye neşe ile karşılamış adamı.

Bezirgan duyacağını duymuş. Devesinin yükünü boşaltıp, her adımda aynı cümleyi tekrarlaya tekrarlaya düşmüş yola: “Almak satmak öğrendik, cebimizden katmak öğrendik. Almak satmak öğrendik cebimizden katmak öğrendik.”

#Aktüel
#Hikaye
#Fatma Barbarosoğlu
1 yıl önce
“Almak satmak öğrendik, cebimizden katmak öğrendik”
Bir Başka Mesele: Çözülme baba otoritesinin sarsılmasıyla başladı
Ayasofya’da namaz kılma zevki
ABD’nin raporu tutarsızlık abidesi..
Maskeli balo bitti: Gazze, dünyanın Siyonistlerin esareti altında olduğunu ispat etti!
Erdoğan’ı erken finale zorlamak: 2015