|
Bazı kitaplar hayat boyu yol arkadaşıdır...


Severek okuduğumuz her kitap hayat yolunda bir armağandır. Ama bazı kitaplar iki kere armağandır. Çünkü onları okurken sadece satırları, satır aralarını idrak etmekle kalmaz aynı zamanda geçmişi, o geçmişin içinde hiç solmayan duyguları da hatırlarız. Benim için hatıralar albümlerde değil genellikle bir metni okurken o anın sunduğu sahnede saklanır. O sahne ne vesile ile saklanmıştır, hangi güç ile zaman içinde solmaya direnmiştir?

2022 yılında benim için böyle iki kitap armağan oldu. İkisi de Mustafa Kutlu’dan. Kitaplarla bir müddet geçmiş ile günü birbirine ekledim, bir müddet onlarla yaşadım ve sonra kitaplar ortadan kayboldu. Sırra kadem bastı denir ya. Öyle işte. Mevlid Kandili akşamı Mustafa Kutlu ile tebrikleştikten hemen sonra kitapları, defaatle bakıp da görmediğim o rafta, diğer kitapların üstünde yatay olarak konumlanmış bir şekilde bana bakarken buldum.

2022 yılından armağan, bu iki kitaptan biraz bahsetmeliyim o halde...

İlk kitap Mustafa Kutlu’nun 75 yaşına armağan Üç Konuşma İki Albüm. Kitabı elime aldığımda yıllar önce yapmış olduğum ama unuttuğum o söyleşiyi buldum. Yanlış anlaşılmasın, söyleşinin muhtevası bütün sıcaklığı ile aklımda. Ancak belleğimde kayıtlı olan o cümlelerin bir dergi için olduğu bilgisi hafızada kendine pek yer bulamamış anlaşılan.

Bazıları görerek öğrenir, bendeniz sorarak öğrenenlerdenim. Ne zaman Dergâh’a gitsem Mustafa Kutlu’ya ne okuduğunu, nasıl okuduğunu muhakkak sorardım. Sorunun hem soruyu sorana hem de o soruyu cevaplayana bir zihin berraklığı kazandırdığına, bu zihin berraklığının yeni soruların ortaya çıkmasına imkân oluşturarak tefekküre zemin hazırladığına henüz felsefe öğrencisi iken iman ettiğimden olsa gerek. Merhum hocam Prof. Dr. Nihat Keklik’in Sokrates’ten aktardığı, neredeyse her ders tekrarladığı o cümle: “Soru düşüncenin ebesidir”.

Üç Söyleşi kitabında yer alan Feridun Andaç ve İlyas Dirin söyleşilerini de hatırladığımı fark ettim. Feridun Andaç ile Dergâh’ta karşılaştığımızda Mustafa Kutlu’nun Andaç’ı mültefit ifadeler eşliğinde takdim edişi gözümün önünde adeta. Adam Öykü’nün sayfalarında o söyleşiyi okumuştum. Adam Sanat’ı düzenli olarak alırdım. Adam Öykü’yü düzenli olarak aldığımı hatırlamıyorum, ama Mustafa Kutlu söyleşisini hatırlıyorum.

İlyas Dirin’in Mustafa Kutlu ile yapmış olduğu söyleşi 1999’da Hece dergisinde yayınlanmıştı. Genç edebiyatçılara, edebiyat öğrencilerine bu söyleşiyi ne kadar çok tavsiye ettiğimi kitabı elime alınca, o yıllara geri dönünce, hatırladım.

Kasım 2022’de Mustafa Kutlu’dan gelen ikinci armağan Sel Gider Kum Kalır kitabı oldu. Kitap yine bendenizin üstadım ile yapmış olduğum söyleşi ile başlıyor.

Artık yayınlanmayan Dergâh Dergisi’nin edebi kamuda  tuttuğu yer açısından Sel Gider Kum Kalır başlı başına bir harita. Mustafa Kutlu yıllar boyunca sadece hikâye yazmadı, nice güzel hikâyelerin yazılmasına da vesile oldu, üstünü toz toprak kaplamış hayat sahnelerinin kelamın gücü ile gün yüzüne çıkarılışına mihmandarlık etti. Okuduğu kitapları gâh derkenar olarak Dergâh’ta kısaltılmış M.K. imzası ile gâh Yeni Şafak’taki köşesinde yayınladı. Derkenar’daki o içten, samimi, yazarı değil metni merkeze alan yazılarının altına M.K. imzasını koyması vakti zamanında Fethi Naci’nin bile dikkatini çekmiş, Adam Sanat’ta bu konu ile ilgili bir yazı kaleme almıştı.

Çok satanlar, edebî kitapları henüz görünmez kılmadan önce hangi kitap hakkında kim ne yazmış merakla beklenirdi. Kim nasıl okur ve nereden okur? Genç okuyucular bu sorulara cevap bulmak için Mustafa Kutlu’nun okuduğu kitaplardan iz sürerdi. Mustafa Kutlu’nun okuduğu romanlar, hikâyeler hakkında yazdığı yazılar üzerinden bendeniz edebî metni “görmeyi” temrin ettim.

Sadece kitapların izini sürmedim Kutlu’nun satırlarında, aynı zamanda onun dikkat çektiği filmleri de takip ettim. Nuri Bilge Ceylan’ı, Kutlu’nun yazdığı yazılar üzerinden keşfettim mesela.

1999 yılında “Mayıs Sıkıntısı” filmi üzerine yazdığı şu satırlar, yapay ile doğalın beyaz perdede devam eden çatışması açısından benim için iyi bir izlek sundu:

“Ceylan’ın filmindeki baba meşe yapraklarında ıslık çalan rüzgâra kulak verirken veya koyu gölgeler ve gölgeler arasından güneş sarısı tarlalara bakarken bir buluşmanın ve tanışmanın içinde yüzüyordu. Film bize bunu duyuruyor.

İkinci husus: İçtenlik. Ve bu da bildiğiniz gibi kayıplara karışmış bir tutumdur. İnsan ilişkileri artık sayısız maskeyle örtülmüş, riyasız bir selam alınmaz olmuştur. Ceylan, filminde oyuncu olmayan (ama bu filmde oynayan) anne ve babasının, o küçük çocuğun, ses, söz (filmlerimizde pek ender gözüken gerçek diyaloglar) hareket ve münasebetlerinden yayılan samimiyeti yansıtabilmiştir. Bu doğallık seyirciyi kalbinden vuruyor, ona çoktandır dinlemediği iç sesini hatırlatıyor. İncelikler için dahi özellikle reklamcıların yaptığı basmakalıp türüklerden uzak durmuş. Jestler, mimikler, bir yumurta hikayesi, bir çocuğun masum emelleri (sevimli yalanları), babanın kadastro korkusu, hayatın kendiliğinden gelen mizahı ve acısı.

Nuri Bilge Ceylan’ın bir önceki filmi Kasaba’yı da görmüş ve bu filmden hareketle kasaba olgusu üzerine bir yazı yazmıştım. Kasaba ne oldu diye soruyordum o yazıda? Ve bir cevap: Eşrafını, esnafını, memurunu, nüfusunu kaybederek yok oldu ya da azmanlaşarak “il olma” yolunda miting yapmaya durdu.

Mayıs Sıkıntısı esasen Kasaba filminin çekim macerasını anlatıyor. Lakin bu filme ancak teknik bir boyut katmaktadır. Sinema denilen tılsımı zenginleştiren bir boyut. Filmin sıcaklığı yukarıda saydığım hususlardan geliyor. Ceylan tıpkı Abbas Kiarostami gibi oyuncu olmayan kişilerle günümüz insanının özlemle bakakaldığı doğallığı yakalıyor.

 Filmin adında var ama içinde bir sıkıntı yok. O kadar “temiz” sade bir anlatımı var ki; seyredenler arınmış gibi çıkıyorlar sinemadan.”

Velhasıl Sel Gider Kumu Kalır kitabında Mustafa Kutlu 1990’lardan 2020’lere kadar şiirin, öykünün, romanın, sinemanın izini kendi dikkati ve zevki üzerinden harf harf kayıt altına alıyor.

Kitaptaki her metin, sadece edebî değeri ile değil, aynı zamanda bir toplumsal bellek olması, edebî kamuyu, bir zamanlar nelerin tartışıldığını ortaya koyan sosyal bir tarih olması hasebiyle de çok önemli.

Meraklısı için notlar:

Kitapları kaybetmemiş (geç bulmamış) olsaydım, okuduğunuz metin için Mustafa Kutlu’nun 1993 yılında yazdığı “Yazma Korkusu” başlıklı yazısında yer alan “Ülkemiz yazı hayatı olmayan akademisyenlerle doludur” önermesi üzerine düşüncelerini alıntılayacaktım. Lakin yazıların dahi bir kaderi ve kederi var. Bu hafta kültür gündemi -linç alayı mı demeliydim- Nuri Bilge Ceylan’ın Kültür Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’u makamında ziyaret etmesi üzerinden köpürtülüp alevlendirildi. Ziyaret vesilesiyle, NBC sinemasını linç etmeye kadar götürdüler nefretlerini. Hâl böyle olunca ben de sanatın hasını evvelinden sezgisel olarak yakalama basiretini daima göstermiş olan Mustafa Kutlu’nun 1999 yılında yayınlamış olduğu “Mayıs Sıkıntısı” yazısını nazara vermenin önemli olduğunu düşündüm.

#Aktüel
#Edebiyat
#Fatma Barbarosoğlu
7 ay önce
Bazı kitaplar hayat boyu yol arkadaşıdır...
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!