|
“Allah adın zikredelim evvela Vacib oldur cümle işte her kula”

Soru-cevap köşemde ilk yazımı bugün (4 Ocak 2020/9 Cemaziyelevvel 1441 Cumartesi) yazıyorum, siz bunu inşallah yarın okuyacaksınız.

Ya Rabbi,

Sevgili Peygamber’in (s.a.) vasıtasıyla bize bildirdiğin dine ve dolayısıyla rızana aykırı bir söz söylemek, bir açıklama yapmaktan bizi koru, hakkı bilip söylemeyi, batılı da bilip batıl olarak açıklamayı ve uzak durmayı nasip eyle!

Köşe yazılarımın sonuncusunda sorulara cevap yazacağımı açıklamış ve bir de e-mail adresi vermiştim. Bir hafta içinde oldukça çok soru, şikâyet, tenkit, dua ve beddua, helâlleşme mesajları aldım.

Şikâyet ve “helal etmem” mesajlarının çoğu F. Gülen’in sebep olduğu mağduriyetten pay almış insanlardan geldi. Hemen tamamı bir fetvadan söz ediyorlar; “senin fetvana dayanarak iktidarın yaptığı zulüm” diye söze başlıyor ve görevden atılma, açığa alınma, hapsedilme, mala mülke el konma gibi tasarrufları uzun uzadıya anlatıyorlardı.

Bazılarına doğrudan yazarak “benim fetvam ne imiş, bana gönderin” dedim, henüz cevap alamadım.

Kendisi ve tabileri, muhalefetlerini açıklamaya başladıkları ve eyleme geçtikleri 17-25 Aralık’tan itibaren Fethullah Gülen’in kişiliği, fikirleri, din anlayışı, yapıp ettikleri konusunda başta Diyanet olmak üzere pek çok hoca ve akademisyen yazılar yazdı, açıklamalar yaptılar. Sayın Cumhurbaşkanımızın ilk açık ve sert konuşmasını yaptığı ortamda ben de vardım, uzun zaman iyi niyetle ve yaptıklarının iyi olanını görerek desteklediği grubun ihaneti sebebiyle o da meşru savunma hakkını kullanmış ve şöyle demişti: “…Bu medeniyet öyle bir medeniyettir ki yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş âlim müsveddelerini bünyenin virüsü reddettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir. İlmi iktidar vasıtası olarak görenleri bu medeniyet yine mahkûm edecektir…”

Cumhurbaşkanımız başka konuşmalarında grubu üç kısma ayırıyor, ibadet, ticaret ve hıyanet kısımlarından sonuncusuna yükleniyor, onların dine, millete ve memlekete verdikleri zararı dile getiriyordu.

Bana karşı ilk açık hücumları ve linç hareketi de dinlediğim ve itiraz etmediğim o konuşmadan sonra başladı.

Daha önce istihbaratı güçlü bazı zevat bu kişinin ne yapmak ve nereye ulaşmak istediğini keşfetmiş ve yazmışlardı; birçok kimse gibi ben de bunların asılsız olduğu kanaatinde idim; tekelcilik, lider hakkında aşırı övgü ve inanç gibi -maalesef benzeri başka gruplarda da bulunan- kusurlarına rağmen ortada apaçık olan hizmetlere bakarak birçok Müslümanın çocuklarını onların okullarına gönderdiği, kurbanlarını ve yardımlarını onlara verdiği zamanlarda ben de destekledim. Aslında benim Müslüman gruplarla ilgili yaklaşım ve davranışım, kırmızı çizgileri aşmadıkları sürece ümmetin birliği adına onları desteklemek, aralarındaki çekişmeleri ve kavgaları yumuşatmak veya izale etmek ve elimden geldiğince -doğru bildiğim hizmetlerinde- destek vermektir. Gülen grubu, dershanelerin kapatılma kararından itibaren Cumhurbaşkanımıza cephe almaya başladılar. Ben de ilk uyarı yazımı o tarihte yazdım. Şunu diyordum:

“Akl-ı selim ve kalb-i selim sahiplerinin bir dönüp sağlarına ve bir daha dönüp sollarına bakmaları gerekiyor; bu iktidar kadrosunun yerine koyabilecekleri başka bir kadro varsa -ki, bana göre yoktur- bir diyeceğim olamaz, yoksa kimse pire için yorgan yakmamalıdır. Mecellemizin 26. maddesi şöyle der: ‘Zarar-ı âmmı def’içün zarar-ı hâss ihtiyâr olunur’. Gençler de anlasın diye günün diline çevirelim: ‘Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir’. Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.” (19.12.2013)

Bu yazı işlerine gelmediği için şehit Muhsin Yazıcıoğlu’na yapılan suikast ile yazı arasında ilişki kurarak kumpas hazırladılar, Allah kumpaslarını bozdu. Merhum Yazıcıoğlu’na 28 Şubatçılar menfaatler teklif ederek istedikleri bazı şeyler söylemesini teklif etmişler, o da kendine yakışanı yaparak reddetmişti. İşte bu, kamu menfaati için ferdin menfaatini feda etmenin güzel bir örneği idi, ben de yazının sonunda bu sebeple onu örnek göstermiş ve rahmetle anmıştım. Bunu bağlamından saptırarak “millet menfaati için onu feda etme” manasına çektiler ve başta ben olmak üzere sevenlerini üzdüler ve kaç kere açıklama yazdığım halde bu yanlış anlama hâlâ devam ediyor, hâlâ “hakkımı helâl etmem” diyenler oluyor.

Muhsin Başkan’ın ölmesinde değil, yaşamasında milli menfaat vardı, ben onun feda edilmesini meşru görebilir miyim ey beyinsizler!

Gelelim FETÖ’cülük yüzünden mağdur olanlara.

Bu konuda benim bir fetvam yoktur, var diyen göstersin. Adam devletin kendisine bahşettiği bunca yardım, imkân ve lütuflara karşı ihanet etmiş ve çok büyük zararlar vererek şahsen kurtulmanın yolunu bulmuş, bu arada ona samimi dindarlar içinden yardımcı olanlar da mağdur edilmişlerdir. Bu, devletle onlar arasındaki bir durumdur. Devlet bunu yaparken kimseden fetva almaz, kendini korumak, bir daha tehlikeye düşmemek için tedbir alır. Bu tedbirde aşırı gitmişse bu da onun sorumluluğuna dâhildir. Ben birkaç kere şunu yazdım: “O üçlü taksimde ibadet kısmına girenlerin mağduriyeti devam etmesin, bir an önce dosyaları incelenip masum olanların hakları iade edilsin”.

Daha ne diyeyim.

Bu ilk yazıda çok yoğun olan şikâyetlere cevap vermiş oldum. Gelecek yazılarda inşallah köşede cevap verilebilecek sorulara geçeceğim.

#Muhsin Yazıcıoğlu
#FETÖ
#İstihbarat
4 yıl önce
“Allah adın zikredelim evvela Vacib oldur cümle işte her kula”
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...