|
İhtiyacın zaruret sayılmasına örnekler (3)
e)
Hz. Ömer devrinde Suriye ve Irak toprakları fethedilince bu topraklara verilmesi gereken statü tartışıldı. Fetih ordusunda bulunanları temsil eden grup, ganimet mahiyetinde olan bu toprakların, ganimet âyetinde emredildiği gibi (Enfal: 41, 69) askerlere dağıtılması (mülk olarak verilmesi) gerektiği tezini savunuyorlardı. Hz. Ömer’in dahil bulunduğu grup ise “toprakların dağıtılmayıp bütün Müslümanlar adına vakfedilip işletilmesini, gelirinden mevcut ve gelecek bütün vatandaşların faydalanmalarını” savunuyorlardı. Hz. Ömer şöyle diyordu: “Bu topraklar dağıtılırsa yetimler, dullar, fakirler ne olacak, sınırları ve bu toprakları kim koruyacak?” Sonunda Hz. Ömer’in görüşü tercih edildi ve böylece “harâcî arazi” adı verilen bir toprak nev’i doğdu. Bu hükmün ve uygulamanın temelinde amme ihtiyacı ve menfaatinin bulunduğu açıkça görülmektedir. (Ebû Yûsüf, Harâc, s. 24 vd.)

Amme menfâati sebebiyle umûmi kaideden (kıyastan) istisna edilen, caiz görülen bir başka örnek yine Hz. Ömer ile ilgilidir. Büyük Halife, bunda devamlı amme menfâati bulunduğunu görerek Irak topraklarını “miktarı belli ve mevcut olmayan bir bedel” karşılığında devamlı (süresiz) olarak kiraya vermiştir. Bu tasarrufta, hem bedel, hem de kira konusunda belirsizlik vardır, bunu bir şahıs özel menfâati için yapsa caiz ve geçerli olmaz, fakat amme menfâati sebebiyle bu akit caiz görülmüştür; çünkü “özel menfâat için caiz olmayan bazı şeyler, amme menfâati için caiz olur.” (İbn Abdisselâm, Kavâid, c. II, s. 177).

f) Osmanlılar devrinde bulunan “mîrî arazi” uygulaması da amme ihtiyacına dayanmakta, fıkha göre caiz olmayan uygulama bu sebeple caiz görülmektedir. Ebussuûd Efendi’nin fetvâlarına dayanan uygulamaya göre bu topraklar aslında harâcîdir, fakat kimseye temlik edilmeyip devlet malı olarak bırakıldığı için “arz-ı mîrî, yahut arz-ı memleket” adını almıştır. Bu topraklar bedellerine yakın bir peşin kira bedeli, bir de raicinden az olmak üzere kullanıldıkça alınacak kira bedeli karşılığında süresiz olarak kiraya verilmiştir; yani “muaccele ve müeccele karşılığında tasarrufu tefviz kılınmıştır”. Ebussuûd Efendi’nin açık ifadesine göre bu kira akdi fasiddir; taraflar -Fıkha, şeriate göre- bu akdi bozma hakkına sahiptirler, ancak kanun gereği bozamazlar. (Kanunname-i mu’tebere, özel yazma nüsha, 4 a-b, 8 a-b; Ali Haydar, Ş. Kanunnâme-i arâzi, s. 36-37).

g) Buradan itibaren sıralayacağımız örnekler, başka kaynaklarda da yer almakla beraber İbn Nüceym’in el-Eşbâh’ından nakledilecektir:

1. Peygamberimiz (sav) Harem bölgesinin ağaçlarının kesilmesini, otlarının yolunmasını yasaklayınca, “Mekke ayrığı ölülerimizi gömerken bize lâzım oluyor” denilmiş, O da bunu yasaktan istisna etmiştir. İmam Ebû Yûsüf bu istisnanın halkın ihtiyacına dayandığını, o zaman bundan başka ota ihtiyaç bulunmadığını, halbuki sonraları halkın hayvanlarını doyurmak için de Harem bölgesinin otuna muhtaç olduklarını, eğer bu yasaklanırsa zahmet çekeceklerini ve sıkıntıya düşeceklerini ileri sürerek istisna sınırını genişletmiştir

2. Düşman, Müslüman esir ve rehineleri siper yaparak İslâm birliklerine doğru ilerlese kendilerine ateş açılır, bu arada Müslümanların da isabet almaları tabiîdir, fakat büyük ve genel zarar, küçük ve nisbeten özel zarar ile defedilecektir.

3. Peygamberimiz’e (sav) teklif edildiği halde fiyatları sınırlamaya, narh koymaya yanaşmamış, alana veya satana haksızlık yapmaktan çekindiğini ifade buyurmuşlardı. Sonraki devirlerde fukahâ bu konuyu tartıştı ve serbest fiyat politikasının, halkın menfaatine aykırı olması halinde devlet başkanının narh koymasının caiz olduğu sonucuna vardılar.

Önceki yazılardan buraya kadar naklettiğimiz ifadeler ve örnekler şu gerçekleri ortaya koymuştur:

a) Aslî, önemli ihtiyaçlar zarûret sayılmış ve ölümcül zarûretler gibi ihtiyaçlar da bazı haramların mübah hale gelmesine sebep olmuştur.

b) Amme ihtiyaçları, kamu yararı ferdin zarûreti gibi kabul edilmiş, hatta daha güçlü ve önemli bir ruhsat sebebi sayılmıştır.

c) Bu ruhsatlar, Osmanlıların son zamanlarında, şeriat hükümlerinin terkedilmeye başlandığı çağda değil, en az bin yıldan beri İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde, muteber fıkıh âlimleri tarafından ortaya konmuş ve benimsenmiştir.

d) Günümüzde Müslüman kesimin iktisaden güçlenmesi ve bu gücü ile İslâmî değerleri ayakta tutması bir ihtiyaç ise, bunda İslâm toplumumuzun menfaati varsa, iktisaden zayıflamak bir dizi zayıflık ve zarara yol açacaksa Müslümanların bir çaresini bulup iktisaden güçlenmeleri farz olur. Eğer bu çare, bir zaman ve zeminde öncelikle dışarıdan ve en ucuz faizli kredi almak olursa bu yola başvurulacak, fakat en kısa zaman içinde faizsiz kredileşme ve sermaye sağlama yolları aranacak ve bulunacaktır; bu yollar bulunup işletilince -ihtiyaç ve zarûret ortadan kalkacak, “faiz, faizdir ve haramdır” hükmü yürürlüğe avdet edecektir.

İtirazda gasb, hırsızlık, ev almak için faizli kredi ve teşvik kredisinin ihtiyaç sebebiyle caiz olamayacağı zikrediliyordu.

İhtiyaç sebebiyle başkasının malını gasbetmek veya çalmak “haramı almak”tır, ödünç almak için faiz vermek ise “haramı vermektir”. Alınması haram olan şeyin verilmesinin de haram olduğu” bir kuraldır, ancak istisnaî olarak ihtiyaç sebebiyle verilmesinin caiz olduğunu “rüşvet, gasbedilen malın çoğunu kurtarmak için azını vermek” gibi örneklerde gördük. Ayrıca kişi zarûrete düşer mesela aç ve çıplak kalır da Müslümanlar onun temel ihtiyacını karşılamazlarsa ihtiyacın asgarisini, zorla veya sahibi görmeden alma yollarıyla sağlamasının caiz görüldüğünü bilmeyen yoktur. İçtimâi ihtiyacın, ferdi zarûret gibi değerlendirildiğini de yukarda zikretmiştik. Hz. Ömer halife iken Hâtıb b. Ebi-Belte’a’nın köleleri birinin devesini çalmış, kesip yemişlerdi, yakalandılar, suçları sabit olduğundan halife, cezalarının infaz edilmesi için emir verdi, sonra bu kararından vazgeçerek Hâtıb’a “Bunları hırsızlığa mecbur edecek kadar aç bırakıp çalıştırdığın kanâatinde olmasaydım cezalarını infaz ettirecektim, şimdi ise seni müessir bir şekilde cezalandıracağım” dedi, devenin sahibine bedelini sordu ve Hâtıb’a bu bedeli iki katı ile ödetti (el-Bâci, el-Münteka, c. VI, s. 64 vd.)

Hz. Ömer’in, yine bir kıtlık yılında hırsızlık cezasını genel olarak uygulamadığı bilinmektedir.

Prof. Şelebî yukarıdaki uygulamayı açıklarken şu satırlara yer vermiştir:

“Hz. Ömer’in anlayışına göre ceza, ihtiyaç içine düşmediği halde hırsızlık yapan kişiye uygulanır, bunlar ise aç kalmış ve bu sebeple çalmışlardı. (Ta’lilu’l-ahkâm, s. 62-63)

Fertlere ait ihtiyaç, zarûret sınırına dayanmadıkça gasb ve hırsızlığa cevaz verilmemiştir; çünkü bu takdirde kamu düzeni bozulacak, anarşi çıkacak ve az zarar, daha büyük zararla giderilmiş olacaktır; halbuki İslâm’da kaide, “çok zararı, az zarar ile gidermektir.” (Mecelle, md. 27).

#Hz.Ömer
#İhtiyaç
#Mülüsman
#Amme
#Osmanlı Devleti
4 yıl önce
İhtiyacın zaruret sayılmasına örnekler (3)
Kazanmaya alışmak güzel
Kim serinler gölgemizde?
Hüzünlü şafak, gitara ve sevgili
Cem babaya sorular
Neden Şimdi?