|
Biz oyun kıymetini çok iyi biliriz
İ
lk oyumu 27 Mart 1994’te kullandım. O zaman yaşadığımız yer köy statüsünde olduğu için sadece il genel meclisi üyeliği ve muhtarlık için oy kullanmıştım. Ama o seçimlerin birçok kişi gibi benim için de tabi ki çok farklı anlamı vardı. Çünkü o seçimlerde Refah Partisi büyük bir başarı elde etti.
İstanbul’da Tayyip Erdoğan, Ankara’da Melih Gökçek ve birçok büyükşehirde Refah Partili adaylar seçimleri kazanmıştı. Ve ben de ilk kez oy kullandığım seçimde sabaha kadar hiç uyumadan sonuçları heyecanla takip etmiştim.


İkici oyumu Aralık 1995 seçimlerinde kullandım. O seçimlerde sıradan bir seçmenin ötesinde bir seçmendim. Seçim süresince gece gündüz çalıştım. Kimi zaman elektrik direklerine tırmanarak afiş astım, kimi zaman seçim merkezinde bekledim gelenlere çay ikram ettim. Mitinglere katılıp slogan attım. Onun için o seçimde oyum çok kıymetliydi. Nitekim oy verdiğim siyasi parti seçimlerden birinci çıktı.

Bu kadar emekten sonra oy verdiğin siyasi partinin birinci çıkmasına sevinilmez mi? Tabii ki çok sevindim. Ancak sevincim uzun sürmedi. Benim çok kıymet verdiğim oyum meğerse birileri açısından hiç de kıymetli değilmiş. Benim oyumla birinci parti olan partiye “Sen kenarda bekle hükümeti başkaları kuracak” dediler.

Bizi kenarda bekletenler, işleri ellerine yüzlerine bulaştırınca bir umut ışığı belirdi. “Nihayet oyumun kıymeti anlaşılmaya başlandı” diye düşündüm.
Oy verdiğim parti iktidar ortağı oldu. Genel başkanı da başbakan. Bir kez daha sevindim.

Ama o sevinç de uzun sürmedi. Çirkin suratlı bir adam kameraların karşısına geçti, “habis ur” diye hakaret ederek, oyumun yok sayılmasını istedi. 16 Ocak 1998 tarihinde adına ‘yüksek mahkeme’ ve üyelerine de ‘yüksek yargıç’ denilen mahkemenin başkanı kameralar karşısına geçerek, 6 milyon seçmenin oyunu yok sayan kararı açıkladı. Sadece oylarımız yok sayılmadı, oy verdiğimiz insanlara bir daha oy vermemiz de yasaklandı.

Üçüncü oyumu 1999 yılında İstanbul’da kullandım. Artık gazeteciydim. Siyasi çalışmaların içinde değil takibindeydim. Genel ve yerel seçimler birlikte yapıldı. Mitingleri takip ettim.
İstanbul Çağlayan’daki mitingde herkesin elinde onun fotoğrafı vardı. Ama o Pınarhisar Cezaevi’ndeydi. Lideri de siyasi yasaklıydı.

Oyumuzun çok kıymetli olduğunu bildiğimiz için bütün bu engellemelere rağmen gittik yine sandığa oyumuzu kullandık. Bu kez birinci olamadık ama yerelde yine büyük zafer elde ettik. Nasılsa birinci değiliz, hükümet ortağı olma durumu da yok. Dolayısıyla artık oylarımızı yok saymazlar, diye düşündük. Yanıldığımızı çok kısa süre sonra anladık. O çirkin adam yine sahne aldı. Nasılsa üçüncüyüz irademizi yok saymazlar, dedik ama yanıldık. Bir haziran günü yine hüsrana uğradık, 22 Haziran 2001’de oy verdiğimiz partinin kapısına kilit vuruldu.

2002 seçimlerinde asker olduğum için oy kullanamadım. Benim oy kullanamadığım seçimde
milletin oylarıyla seçilen milletvekillerine 2007’de “Siz yasa yapabilirsiniz, hatta anayasa yapabilirsiniz, ancak cumhurbaşkanı seçemezsiniz” denildi.
Bu yüzden Meclis erken seçime gitmek zorunda kaldı.

22 Temmuz 2007’de yapılan genel seçimlerde üçüncü kez genel seçimlerde oy kullandım. Oy verdiğim parti neredeyse her iki kişiden birinin oyunu aldı. Bu seçimde oluşan Meclis’in ilk işi cumhurbaşkanı seçmekti. “Seçimler yenilenmiş milletin iradesi yeni çıkmış Meclis’in cumhurbaşkanı seçmesine herhalde kimse mani olmaz” sandık. Ama yine yanıldık.

Tekrar “Hayır olamaz siz cumhurbaşkanı seçemezsiniz” dediler.
Yine Meclis Genel Kurulu’nu terk ettiler. Yine kulis kapılarından kafalarını uzatıp acaba içerde kaç vekil var, diye Genel Kurul Salonu’nu dikizlediler. Ama bu kez onlar hayal kırıklığına uğradı. Barajı aşıp Meclis’e giren Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP, milletin kendilerine verdiği görev gereği Meclis Genel Kurulu’ndaki yerlerini aldı ve Meclis’in cumhurbaşkanını seçme vazifesini yerine getirmesini sağladılar.
Meclis’i, 12 Eylülvari cumhurbaşkanı seçemeyen duruma düşürerek, Cumhuriyet Mitingleriyle orduyu göreve çağıranlar, MHP’nin bu hamlesiyle kırmızı görmüş boğaya döndü. Gözleri karardı, ne yaptıklarını bilmez hale geldiler. Yeniden yargı silahını çektiler.
Bu kez adı Abdurrahman olan tuhaf bir adam sahneye çıktı. Yine oy verdiğim partinin kapısına kilit vurmak istedi. Yürekler ağızda bekledik. Bu kez acıdılar bize sadece ceza vermekle yetindiler. Laiklik karşıtı fiillerin odağı dediler. Niye mi? MHP ile işbirliği yapıp üniversitelerde başörtüsü yasağı kaldırılmak istendiği için.

Sonrası malum; 2011 Haziran’ında, 2015’in Haziran ve Kasım’ında oy verdiğim partinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. 40 yıldır beslenen Fetullahçı teröristlerin ipleri salındı. Saldırdıkça saldırdılar ve hâlâ saldırıyorlar.

İlk kez cumhurbaşkanı seçme hakkımı kullandım 2014’te. Oy verdiğim Cumhurbaşkanı’nı öldürmek dâhil her alçaklığı denediler. İşte bütün bu süreçlerin şakşakçıları, bugünlerde İstanbul seçimlerinin yenilenmesi dolayısıyla yaygara kopartıyor.

Küçük bir hatırlatma; hiç kimse, bütün makamlara milletinin oyu ile gelen bir liderden oy konusunda daha hassas olamaz. Ve yine hiç kimse, başkomutanı olduğu ordusunun içinden çıkan hainlerin darbe girişimini milletinin ölümüne direnişi ile püskürten bir liderden
daha çok oy’un kıymetini bilemez.
#Seçim
#27 Mart
#Refah Partisi
#İstanbul
#Recep Tayyip Erdoğan
5 yıl önce
Biz oyun kıymetini çok iyi biliriz
Düşman kazanma sanatı
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..