|
Bir uzak gecenin sonunda


“Bir uzak gecenin sonunda o var” dediler bana.

İlkin uyumamayı denedim. Koyu kahveler, soğuk sular, maceralı kitaplar eşliğinde günün doğmasını, güneşin şu köhnemiş gezegeni aydınlatmasını bekledim. Gecenin yıldızlarını saydım ilkin. Sokaktan geçen köpeklerin havlamalarına kulak kabarttım. Sonunda yalancı bir aydınlık oldu. İnanmadım ona. Atalarım bana, yalancı aydınlıklara inanmamayı iyice öğretmişti. Sonra tekrar kapadı gök kendini. Siyaha kesti her yer yine. Ardından küçük, incecik bir ışık oldu. Anladım ki İncil’de ve Tevrat’ta, Zebur’da ve Kur’an’da geçen aydınlık budur. Işık arttıkça gitti karanlık. Aydınlandı her yan. Pencereden bakınca önümdeki evleri, ta ilerdeki yaşlı ağaçları, onların ardındaki çorak tepeyi görür oldum. Ve boyun bağımı düzelttim ve losyon sürdüm ve baktım kendime aynada. Gelecek diye.

Gelmedi.

“Belki bazı şeyleri yanlış yapmışımdır” diye düşündüm. Belki de uyumam lazımdı gece boyu ve saati kurmam gerekiyordu uyanmak için. Belki evimin kapısına ismimi yazmam gerekiyordu kolaylıkla görüp gelsin diye. Belki kitap okumam değil de müzik dinlemem, müzik dinlemem değil de dünya ve içindekiler hakkında düşünmem gerekiyordu. Belki kahvaltı hazırlamam gerekiyordu gelsin ve karnı açsa doysun diye.

Gelmedi.

Denemediğim bekleme biçimi kalmadığına iyice ikna olana kadar denedim. Denediğim şeyleri bir deftere yazmaya başladım. Sıralamalarını değiştirdim. Her şeyini masada bırakan kötü kumarbazlar gibi milyonlarca ihtimalden birine zar attım gece boyu ve bekledim.

Gelmedi.

“Senin derdinin çaresini bilse bilse şu bilir” dedikleri doktorlara, uzmanlara, hocalara gittim. Beynimin dalgalarını ölçtü bazıları. Bazıları çocukluğumun uzak anılarını dinlemek istedi. Bazıları da “İdris nebiden kalmadır” diyerek dua üfledi yüzüme.

Hayır, beklemekten vazgeçmedim. Geceler boyunca sabahın olmasını, yalancı aydınlığın geçmesini ve günün ışımasını bekledim. Doktorlara, uzmanlara, hocalara devam ettim. Belki bana inanmayacaksınız ama kişisel gelişim uzmanlarının bile kapısını aşındırdım. “Belki de beklemenin yöntemini biliyorlardır” umuduyla her kapıyı çaldım.

Hayır, beklemenin yöntemi hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Bana kurabildikleri tek cümle “beklememelisin, çünkü beklediğin kimse gerçek değil” oldu.

“Yoo” dedim her seferinde, “o kadar da uzun boylu değil. Beklemekle ilgili bir şey bilmiyor oluşunuza bir şey diyemem. Ama bana beklediğim kişinin gerçek olmadığını söylemeye kalkarsanız bu son görüşmemiz olur.” Bazısı dürüst çıktı böyle söylediklerimin. Son kez görüştüler benimle. Bazıları uyanıktı. Muayene ücretlerinden olmamak için “yanlış anladınız” deyip yola devam etmek istediler. Onlarla da ben bıraktım görüşmeyi.

Hayır, beklemekten vazgeçmedim. Çünkü “bir uzak gecenin sonunda o var” denilmişti bana ve inanmıştım onun geleceğine.

Sonunda bir şaire danışmaya karar verdim. Karşılıklı oturduk ve meselemi anlattım ona. Dinledi ve “gelir” dedi bana.

“Nasıl?” diye sordum. “İnsanlar” dedi şair bana, “hep yanlış sorular sorarak helak oluyorlar, bunu biliyorsun değil mi?” Şaşkınca “nasıl yani?” diye tekrar sordum. Gözlüğünü burnuna doğru iterek cevap verdi bana: “Onun gelecek olmasını bir şarta bağlamakla onun gelmeyecek olmasını garanti altına almak istemişsin sadece. Nasıl sorusunun peşinde ömrünü heder etmişsin. Böylece beklemenin kendisini putlaştırıp onun gelmesini önemsizleştiren bir putpereste dönüşmüşsün.”

“Beklemeyeyim mi diyorsun yani?” diye sordum. “Sormaktan helak olmaya devam ediyorsun” oldu cevabı.

Şairin evinden çıkıp da sokağın köşesini döndüğümde hâlâ son cümleleri zonkluyordu beynimde: “Beklemekleri yazdığın defterleri yak bu gece. Kitapları, müzikleri, isimlikleri, hatta yalancı ya da gerçek tüm aydınlıkları yak tüm karanlıklarla birlikte. Beklemenin kendisine anlam yüklemekten vazgeçtiğin gün gelecek ve seni beraberinde götürecektir. ‘Nereye?’ diye sorma sakın. Sorarak helak olmaktan vazgeçmeden beklemenin de, onun da, onun seni götüreceği yerin de bir anlamı olmayacak.”

#Aktüel
#Edebiyat
#İsmail Kılıçarslan
1 yıl önce
Bir uzak gecenin sonunda
Gazze’de bayram sabahı
Biz konuşmayız, dil konuşur (1)
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…