|
Hayatta

Yazılmamış şiirlerin, gidilmemiş şehirlerin, girilmemiş kalplerin, kurulmamış cümlelerin, başlamamış hikayelerin, edilmemiş kavgaların, verilmemiş sözlerin, alınmamış intikamların, demlenmemiş hayatların, beklenmemiş mutlulukların çetelesini tutarak yaşlanan, yaşlandıkça dünyadaki tek sevincini “bugün de ölmedik şükür” olarak belirleyen o adamın öyküsünü anlatmaya niyetim yok.

Anlatmaya niyetim yok. Çünkü dinlemezsiniz o adamın öyküsünü. Çünkü siz, hatıralardan ve hayal kırıklıklarından, uykusuzluklardan ve eklem ağrılarından, çelişkilerden ve başarısızlıklardan yapılmış insanlarla aranızda bir uzun mesafe, bir uzaklık olsun istersiniz. Güneşli, güzel günlerin peşine düşüp baharın gelmesini beklemektir itiyadınız. Siz iyice tasarlanmış buketler, insanı mutluluktan deliye döndürecek incecik yaz yağmurları, her detayı düşünülmüş telaşsız uzun yemekler ve muhteşem sonlar peşindesiniz. Size dert anlatılmaz.

Size dert anlatılmaz. Size masal bile anlatılmaz aslına bakarsanız. Çünkü Kaf Dağı’nın ardındaki prensesin güzelliğine takılıp gidersiniz siz. Gözlerindeki buğuya, yanaklarındaki çillere, saçlarının altın rengine asılı kalırsınız. Hatta belki aranızdan çok azınız, ama gerçekten çok azınız bu prenses için Kaf Dağı’nın ardına geçmeyi murat etmiş ve bu uğurda hayatını kaybeden prenslere bir anlığına üzülüp “yazık olmuş” dersiniz. Fakat hiçbiriniz, bir prensesin içinde çoktan ölmüş o prensesin varlığından haberdar olmak istemezsiniz. Böyle şeyler size göre değildir. Seyri acıklı da olsa mutlu sonlar istersiniz hep. Mutlu son varmış ve olabilirmiş gibi sanki.

Mutlu son varmış ve olabilirmiş gibi sanki. Oysa mutlu son yok. Hikayenin sonunda herkes ölüyor. Filmin sonunda büyük bir patlamayla şehirler yerle bir oluyor. Çünkü zaten mutluluk yok ama bunu size anlatmanın bir yolu da yok. Hem zaten, kendime de anlatamıyorum artık bunu. Her seferinde mutluluk varmış, ona dokunabilirmişim, dokunaklı bir roman kahramanı haline gelebilirmişim gibi hissediyorum. Eskiden oturup beklerdim mutluluğum geçsin diye. Şimdi onu bile yapmıyorum. O büyük mutluluk yalanının, şu yalan dünyanın ritmine ayak uydurmaya çabalarken buluyorum kendimi uzun süredir. Ve yalan yok. Sıkıntımın biraz olsun hafiflediğini hissetmek iyi geliyor. Sanki insanı sıkıntıdan ve mutsuzluktan, hatırlamaktan ve üzülmekten yapmamışlar gibi davranmaya çabalamak iyi geliyor. Sanki alemde sıkıntıdan başkası varmış gibi.

Alemde sıkıntıdan başkası yok. Ama buna da çare buluyorsunuz artık. Işığı iyi ayarlanmış kameraların karşısına geçip, fazla özenilmiş makyajlarınızla bize başarının, iletişimin, gelişimin, mutluluğun yollarını, formüllerini, yöntemlerini öğretmeye kalkıyorsunuz. Sanki bu yöntemleri uygulayınca o büyük yağmur dinecek, güneşle buluşan toprak eşsiz bir koku yayacak ovalara ve o sıkıntı geçiverecek. Bu olup bitenin olup bitiyor olmasıyla değil de, bu olup biteni unutarak bir dalgınlıkla yaşamayı öğretmeye çabalıyorsunuz bize. Her şeyin yüzeyde, kabukta, ciltte, görünüşte olduğunu vaz eden bir sıradanlık peygamberi inmiş yeryüzüne sanki ve siz de onun havarilerisiniz gibi. Sizi gördüğümde söylemek istediğim hiçbir şey yok artık. Belki sadece şu: Ah.

Ah. Biri kalbimizi bir tornavidayla kurcalamaz artık bizim. Büyük bir kaybedişle kaybettik o ihtimali. Doğru kabloları doğru kablolarla birleştirip yüzümüze bir parlaklık, sinemize bir ferahlama gelmesini umamayız artık. Fazla yaşadık çünkü biz. Bir ömrün çekirdeğini doldurmayacak kadar sahte olsa da birkaç ömre yetecek kadar hızla yaşadık. Her şeyi kaçırdık. İlk olarak aklımızı... Bir sarayda yaşıyor olmasına rağmen zindan sandık orayı ve kaçırdık onu. Gerisi kendiliğinden geldi.

Hayır. Bu adam size bir şey anlatmadı. Derdini hiç, masalını asla.

Hayır. Dokunulmamış acıların katmanlaştığı, şeddelendiği bu vadide boş boş gezdi bu adam. Yine. “Bu da bir değişik” denmesine aldırış etmedi. Hatta “yazık, düşmüş galiba” densin istedi ardından. Çünkü düştü. Düştüğü yerde ne donanma buldu ne şenlik. Aslına bakarsanız, düşmeyi de sevmedi, düştüğü yeri de. Ama iyice bildi ki sızlanarak değil, direnerek değil, ancak teslim olarak kalınabiliyor burada. Hayatta.

#Dert
#İsmail Kılıçarslan
#Öykü
1 yıl önce
Hayatta
Ahmet Cömert ESKRİM'e kapatılmasın!
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..