|
İmkânsız pozisyon: Yeni bir erdemliler topluluğu

Tam da beklediğim gibi “anlamlı bir sessizlik” ile karşılandı “Bu toz topraktan ne çıkabilir?” başlıklı yazım.

İslam’ın bu verili dünyaya ne söyleyebileceği meselesini, üstelik sertçe konuşmaya çabaladığım bu yazımın karşılaştığı bu sessizliği iki temel hususa bağlıyorum. Birincisi ve en önemlisi, tüm dünyada 20. Yüzyıl boyunca Müslüman-dindar kimliğin entelektüel yükünü çekmeye cesaret etmiş İslamcıların an itibariyle kendi konfor ve iktidar alanlarını sorgulamaktan vazgeçmiş olmaları.

Bu, bir noktaya kadar anlaşılabilir geliyor bana. Zira “yokluk ve imkansızlık” bir imtihan biçimiyse “varlık ve iktidar” da bir imtihan biçimidir. Varlığın ve iktidarın “toz görmemesi” için bazen bu imtihanda başarısız olmak kaçınılmaz bir kader gibi tezahür edebiliyor. Ta ki başarısızlık mukadder olsun ve döngü tekrar “yokluk ve imkansızlık” aşamasına ilerlesin ve böylece imtihan sürsün.

Sessizliğin ikinci nedenini de anlıyorum elbette. Nedir ikinci neden? Çok net ifade edebilirim ki “korku”dur. Dışsal bir korku değil bu. “Toz toprak İslam’ı”nın oluşturduğu bezdirici atmosferin korkusu. “Beni de linç ederler”den başlayıp “beni de aşağıya, seviyelerine çekerler”e kadar uzanan bir atmosfer bu. Tabiri caizse nice koçyiğitler, etkileşim manyağı din simsarlarının linç kampanyalarına maruz kaldı. Söz alıp meydana çıkacak adam korkmasın ne yapsın? Derdini anlatana kadar “kafir” damgasını yiyip “ocak dışı” ilan edilen onlarca hocayı, alimi, akil adamı görüp kuşe-i uzletine çekiliyor insanlar.

Toz toprak İslam’ının temsilcileri 2022 yılında neredeyse iki güne bir “linç kampanyası” gerçekleştirdiler. Ve dikkat isterim, gözlerini diktiklerini de devirdiler. “Yahu biraz makuliyet” diye yalvaran insanların seslerini şirretlikleri, iftiraya yatkınlıkları ve köylülükleriyle kestiler.

Şunun adını yerli yerince koyalım. Bugün Türkiye’de “din dili” dediğimiz meseleyi nobran, şirret ve nezaketsiz insanlar belirliyor. Ellerine silah almamış olmaları onları “tehlikesiz” kılmıyor üstelik. İtibarına, şerefine, haysiyetine düşkün insanlar “bana bulaşmasınlar da ne olursa olsun” pozisyonuna geriliyorlar ister istemez.

Denemesi bedava. Bir aklı başında hoca çıkıp “yahu kardeşler, tarihselcilik bir okuma biçimidir ve bugün İslam’ın bazı meselelerinin anlaşılmasında oldukça işe yarayabilir. Türkiye’de ‘tarihselciyim’ diye dolaşan insanların aşırı kalitesizliğine bakıp bu imkânı elden kaçırmayalım” desin bakalım, neler geliyor başına? Zındıklıktan kafirliğe neler neler…

Bu, burada bir dursun.

Geçenlerde videosu yaygınlaşan ve tağut, demokrasi falan gibi konularda bir papağanmışçasına ezberden metin okuyan, kendi anlayışı dışında hiçbir Müslüman’ın varlığına tahammül edemeyen bir merkezin tezlerini dillendiren bir çocuk üzerinden kızımla uzun sayılabilecek bir sohbet gerçekleştirdik.

Sohbetin sonu şuraya vardı, onu paylaşmak isterim.

İslam’ın insana yüklediği iki “varlık ödevi”, daha doğrusu biri “ontolojik”, diğeri “ahlaki” iki görev var bana kalırsa.

İlki “olabileceği en iyi insan olma ödevi.” Helallerin, haramların, ibadetlerin ve diğer yükümlülüklerin insanı ulaştırmak istediği cümle şudur: “Olabileceğin en iyi insan ol.”

Olabileceği en iyi insan olarak “ontolojik ödevini” gerçekleştiren bireyin ahlaki görevi ise şudur: “Dünyayı olabileceği en iyi hale getirmek.”

Bugün, “toz toprak İslamı”nın bizi getirdiği din dilinde ne olabileceğimiz en iyi insan olmaya dair ne de dünyayı olabileceği en iyi yer haline getirmeye dair tek bir tez, tek bir önerme, tek bir cümle yoktur ne yazık ki…

“Ahlaki üstünlüğümüzü kaybettik” yahut “söylem üstünlüğü elimizden gitti” cümlelerini tam buradan değerlendirip hareket almamız, harekete geçmemiz gerekiyor.

Bunun, bilinen tek bir yolu var. Bir “erdemliler ittifakı” gerçekleştirmek.

Geldik bizim büyük çaresizliğimize. Mekkeli müşriklerin dahi “ahlak ve davranış” üzerinden kurabildiği bu ittifakı bugün Müslümanların gerçekleştirmesi tam anlamıyla “imkansız bir pozisyon”dur.

Bunun sebebi de “din dili”ni iki bakımdan daraltmamız ve bir yandan “çıkar ve iktidar odaklılığa”, bir yandan “ritüel odaklılığa” indirgememizdir. Buradan ve bu şekilde bir “toplumsallık” çıkmayacağı çok açık gerçektir.

Bunu, tam buradan konuşmaya devam etmeyi umut ediyorum. Tabii bu arada yine “kafir ve zındık ve mürtet ve mülhid” ilan edilmezsem.

#İslam
#Din
#Tarihselcilik
#Topluluk
1 yıl önce
İmkânsız pozisyon: Yeni bir erdemliler topluluğu
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık