|
Parıldayan cesur gözler


Geçen gün bir vesile telefonlaştığımız Turan Koç ağabey hatırlattı yeniden. Onunla ve Furkan Çalışkan’la hem Kudüs’te hem Nablus’ta Türk edebiyatı ve büyük Türk şiiri hakkında iki konuşma yapmıştık. Bilhassa Nablus’ta üniversite öğrencilerine yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz oturumda iki şey netleşmişti zihnimde.

İlki
, Filistin’in çocuklarının bu kara parçasından asla ama asla vazgeçemeyecek oluşları idi. Siyonizm ve İsrail meselesi kafalarında çok netti. Önünde ya da sonunda Siyonist terör örgütünü Kudüs’ten, Gazze’den, tüm Filistin’den söküp atacaklarına dair inançlarında hiçbir gevşeklik, hiçbir “ama” yoktu.

Evet, tüm dünya Müslümanlarının yanlarında olduklarını biliyorlardı ve evet, İslâm devletlerinin Filistin meselesinde kıllarını kıpırdatmadıklarının da son derece farkındaydılar. Bu acıtıcı gerçeğe rağmendi geliştirdikleri “bağımsızlık” inancı.

Her sabah evlerinden çıkarken yüzlerini şefkatle okşayan annelerini, ceplerine üç kuruş harçlık koyan babalarını, banyo sırası için kavga ettikleri kardeşlerini o an son kez görmüş olabileceklerini bilen çocuklardı bunlar. Dahası, sabah çıktığı evlerine akşam döndüklerinde Rusya’dan, Fransa’dan, Amerika’dan, Belçika’dan gelmiş bir Siyonist işgalcinin “burası artık benim” diyerek el koyabileceğini de biliyorlardı. Dahası, o sabah okula giderlerken yürüdükleri yolda ya da fetair almak için uğradıkları dükkânda bir Siyonist işgalcinin “legal” silahıyla; bir İsrailli teröristin “görmezden gelinen” bombasıyla can verebileceklerinin de farkındaydılar.

Buna rağmen “Siyonist köpeklerden korkmak”, kitaplarında kendisine yer bulmayan bir meseleydi. Hiçbiri ama hiçbiri işgalci köpeklerden “korku” ile bahsetmiyorlardı. “Aksa’ya feda olmayan can ne işe yarar ki?” diyordu her biri.

O kesin inancı, o sarsılmaz imanı gözlerinizle gördüğünüzde kendinizden utanmaktan başka bir seçeneğiniz olacağını sanmıyorum. Kendi adıma söylemem gerekirse ben utanmış, hem de çok utanmıştım o çocukları gördüğümde. “Filistin için ölmenin bir mecburiyet olduğunu” düşünüyordu her biri ve her biri “Filistin için yaşamak” seçeneğini işaretlemişti sınav kağıdında. Siyonist terör örgütü İsrail’in vahşetini gören 8 milyar insanın önünde de var bence o sınav kağıdından bir tane. Doğru cevabı işaretleyip işaretlememek ise sadece ama sadece vicdani bir mesele.

Zihnimde netleşen
ikinci mesele
ye gelince.

Müslüman devletlere zerre kadar güvenmeyen Filistinlilerin “Filistin’de bir şey olması” için bakışlarını çevirdikleri ilk ülke Türkiye idi.

Burada biraz duralım ve şunu soralım kendimize. Filistin ve Mescid-i Aksa davasına ister duyarlı olalım ister olmayalım, fark etmez. Soru şu: Niçin milyar dolarları olan zengin körfez ülkelerine değil? Niçin kendisini “İslâm devleti, İsrail düşmanı” olarak kodlayan İran’a değil? Niçin yanı başlarındaki Mısır’a, Ürdün’e, Suriye’ye değil?

Herhangi bir “ırk” bağıyla, herhangi bir “sınır” bağıyla Türkiye’ye bağlanmayan Filistinliler niçin “Filistin için gerçek bir şey yapılacak, gerçekten harekete geçilecekse buna Türkiye öncülük eder” diye düşünüyor?

Dedim ya, ister Filistin duyarlılığınız olsun, ister olmasın, fark etmez. Bu sorunun cevabını düşünmeye başladığınız anda aslında “Türkiye neresidir?” sorusuna da cevap aramaya başlıyorsunuz.

Bu böyledir. Tarih size yaşadığınız coğrafya üzerinden “fazladan bir sorumluluk” yükler. Türkiye’nin “fazladan sorumluluğu” mazlumun, mağdurun yanında, yanı başında ve kayıtsız-şartsız şekilde yer almaktır. Bundan kaçış yok, burada, bu coğrafyada yaşıyorsanız. Bundan kaçmaya çalışmak elbette var ve fakat bundan kaçış yok. Aklımın erdiği 40 yıl boyunca Türkiye’nin “bağlı-bağsız” coğrafyalardan aldığı “göç” bile tek başına bu sorumluluğun net bir ispatı.

O yüzden “operasyon çocuğu” olduklarını bildiğim halde “İsrail yanlısı Türkiyeliler” meselesi canımı çok ama çok sıkıyor. “Türklük” ve “Türkiye” tanımının keskin bir zarara uğratılmaya çalıştığını görüyor, fark ediyorum çünkü.

Unutuyordum. O yolculukta öğrendiğim bir şey daha oldu: Siyonist teröristler dünyanın en korkak varlıkları. Sırtınızı hedef almadan ve bire karşı beş olmaksızın sergileyebilecekleri hiçbir cesaretleri yok. Çünkü zalim, doğası gereği, korkak olur. Dünyanın en zalim topluluğu olan bu İsrail teröristleri de “korkunun belirlediği” bir hayata mahkûm olarak yaşıyorlar “başkalarının topraklarında.”

Bizim çocukların gözlerinde parıldayan cesaret öldüremezse o pislikleri, içlerinde gelişen bu kesif korku öldürecek. Bundan eminim.

#Filistin
#Gazze
#İsrail
#İsmail Kılıçarslan
8 ay önce
Parıldayan cesur gözler
Dışişleri açıklamasının tarifi: "Zeytinyağı gibi üste çıkmak"
Bir Başka Mesele: Aşırı hayvan sevgisi ‘kaydırılmış merhamet’ projesidir
Sahibinin Sesi
BM değil, Mekke Sözleşmesi
Kızın adı Rachel