|
Peki, ben deli miyim?

“İmkânsız pozisyon: Yeni bir erdemliler topluluğu” yazımın yayınlandığı gün yani geçtiğimiz salı, Kütahya’da, imam hatip öğrencileri ile bir konferansta bir araya geldim. Konferansın sonunda genç bir hafız kardeşimiz şu soruyu sordu: “İsmail abi, İcma’yı niçin inkâr ediyorsun?”

Öyle üzücü bir deneyim oldu ki benim açımdan bu soruya muhatap olmak, anlatamam size. İnkâr etmediğim, dahası öneminin altını çizdiğim bir meseleyi “inkâr etmekle suçlanmak” yani.

Benim iki yazıdır “toz toprak İslam’ı” olarak tanımladığım güncel halin kötücül etkilerinden biri tam budur mesela: “İnsanlara söylemedikleri, iddia etmedikleri şeyleri söylemiş, iddia etmiş gibi iftira atmak ve onu o iftirada boğmaya çalışmak.”

Bu, burada bir dursun.

İslam’ın, Medine’de toplumsallaşırken ortaya koyduğu ilk iddia bizatihi “Medine” kelimesinin ta kendisidir. Adı “Yesrib” olan bir beldeyi “Medine” yani “şehir” kılan İslam, dünyaya aslında şunu ilân etmiştir: “Ben şehirli, şehirde var olan, iddiasını şehirde ortaya koyan, ilişki biçimi olarak şehirliliği tercih eden bir dinim.”

Doğaldır ki şehirde karşımıza iki temel mesele çıkar. İlki, doğal ihtiyaçlarını dolayıma sokabilme kabiliyeti yani medeni tavır… İkincisi, kapsamlı üretim yapabilme kabiliyeti yani medeniyet üretimi…

Bugün bize “medeniyet de medeniyet” diye yırtınarak medeniyet anlatma iddiasındaki isimlerin çoğu, “kapsamlı üretim konusunda söz ve inisiyatif almak” yerine “eskiden bu işler çok tatlı değil miydi ya?” diyerek nostaljik bir türbülans oluşturmayı tercih ediyorlar. Bu da ayrı ve uzun bir bahistir.

Toz toprak İslam’ı, hem medeni tavır hem de medeniyet üretimi konusunda nötr bile değil, negatif bir yüklenme ile kayıtlıdır bugün. Kendi alanlarını dört bir köşeye bevlederek belirleyen vahşi hayvanlar gibi davranarak elde etmeye çalıştıkları şey ise “Allah’ın rızası” falan değil dümdüz “benim tarla bir metre daha içerde” diyerek komşusuyla kavga etmekten, hatta onu öldürmekten çekinmeyen köylü tavrıdır.

Bu arada iki yazıdır “köylü” kelimesini tercihimden rahatsız olan okurlara da bir hatırlatma yapayım. Yazılarımdaki “köylü” ibaresi doğal olarak “köyde yaşayıp çiftçilik, hayvancılık gibi şeylerle uğraşan adam” manasında değil, “bedevi” manasında kullandığım, sosyolojik ve kavramsal olarak altını çizdiğim bir ibaredir.

Şöyle: İtişip kakışarak, bağırıp çağırarak, olmadı kumpas kurup iftira atarak daha da olmadı rakibinin tarlasını yakıp öküzünü bıçaklayarak “kendi alanını açan” adama köylü denir, ya ne denecekti?

Bu da burada bir dursun.

Bugün sıkışıp kaldığımız yer, sosyal medya ve youtube hocalarının belirlediği bir sınır ve/veya sınırsızlık durumudur. Türkiye’deki din dilini itişip kakışma, bağırıp çağırma ele geçirmiş görünüyor. Bir de üzerine “kötü esnaf tavrı” diyebileceğimiz bir tavır ekleniyor ne yazık ki. Malum, iyi esnaf tavrı, “herkes nasibini kazanır” tavrıdır. Kötü esnaf tavrı ise “tezgâhımın önüne tezgâh açma, gebertirim” tavrıdır.

Sosyal medyadaki takipçi sayısıyla, konferansına gelen insan adediyle, kitaplarının satış rakamıyla “tatmin arayan” adamdan kültür adamı, edebiyatçı, yazar olmayacağı gibi çok doğaldır ki hoca ya da âlim de olmaz. Bir başka düzlemin insanıdır artık o.

Açık konuşmak gerekirse kendilerine “hoca” diyen adamların birbirlerine muamelelerine bakınca “birbirlerinin kafasına kilo ağırlıklarıyla vura vura kavga eden pazarcılar bunların yanında iyi” diyoruz.

Gelelim başlıktaki soruya. Yani “peki, ben deli miyim?” sorusuna.

Hayır, deli değilim. Ama görünen o ki bu meseleler hakkında kalem oynatmanın “delilik” sayıldığı bir vasata gelip dayandık. Bu da ayrıca çok üzücü…

Asil olanın asaletinden susmasının sırası değil. Âlim olanın ilmi yüzünden sessiz kalmasının sırası değil. Gücü yetenin gücünü kullanmamasının sırası değil. İnisiyatif alınmaz, Türkiye’deki din dilini “toz toprak İslam’ı”nın temsilcileri olan bu köylülere, bu bedevilere teslim edersek tarihe ve coğrafyamıza hesap vermemiz çok güçleşir.

Şunu biliyorum. Türkiye’de “makuliyet” isteyenlerin sayısı bu bedevilerin sayısının kat kat üzerinde. Ama genelde karşılaştığımız tavır “aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey” tavrı.

Ağzımızın tadı kaçsın. Ağzımızın tadı kaçsın ki çocuklarımıza anlatabileceğimiz bir şeyler kalsın elimizde.

#İslam
#Sosyal Medya
#Din
1 yıl önce
Peki, ben deli miyim?
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...