|
Sen yatalı ben gözüme

“Süreyya imiş kızın adı” diye bir haber veren olmuştur Tebrizli’ye mutlak. “Göğün en parlak yıldızlarından almış adını demek” deyip bir sigara yakmıştır o dakika. Bu ismi öğrendikten belki yirmi beş, belki otuz yıl sonra yazmıştır “herkes sene ulduz deyer / özüm sene ay demişem” dizelerini.

Dokuz yüz yirmilerin sonudur ve elbette aşktan başka muska takmayı reddetmektedir yüreğine. Serde serserilik ve Hafız vardır. Can sıkıntısı ve Gûlistan vardır.

“Demek Süreyya” diye tekrarlamıştır günlerce, yaza boza sabahları etmiştir. Hele deyin bakalım bana, varıp gitmiş midir yanına? Dikilip karşısına “böyleyken böyle” demiş midir?

Demiştir elbet. Çünkü Tebrizli’nin kalbi bedeninden çıkacak gibi olmuştur okulda Süreyya’yı her gördüğünde. Ucunu ucuna eklediği tütünlerden de bir teselli kalmayınca baş selamın verip “hele senin Allah’ın yok mu, bir yol konuşak” demiştir mutlak.

Konuşmak o konuşmaktır ve aşk o aşktır tam tamına. Dili elinde, kalbi dilinde “demek göğün en parlak yıldızı sensin, demek Süreyya’sın” diye diye düşmüştür aşka ve arş-ı âlâya yükseltmiştir onu aşk.

“Mutlu son yoktur, yaralı kalmak vardır” demiştir bir âdemoğlu ve de doğru demiştir.

Tebrizli, bostanına bahar inmiş ova köylüsü gibi sermest ve de serhoşken, gündüzü de gecesi de ulduzla aydınlanırken bir şey olmuş. Elbette kötü bir şey. Çünkü dedik a “mutlu son yoktur.”

Adına Pehlevi denen ah o olmaz olası şahın ondan da olmaz olası bir akrabası varmış. İnsan azmanı bu koca gavur “adına Süreyya derler bir kız varmış, hele bir bakalım boyuna posuna” deyip inmiş meydana. Ordan bakmış, burdan bakmış ve de demiş ki “bu iyi, alak bunu bana.”

Demişlerdir. Denmemiş olur mu? Demişlerdir ki “aman efendim, Süreyya ile bir Tebrizli şairin aşkı bütün Tahran’da dillere düşüptür. Şair de Süreyya da aşklarından ölüptür. Sizin büyüklüğünüze yakışır mı iki aşığı birbirinden yadlamak?”

O insan azmanının gözü mü var ki aşkı göre, kulağı mı var ki feryat işite? “Aman ki amanı bilirim, zaman ki zamanı bilirim. Madem ki bu ikisi birbirlerine âşık olup derde düşmüşler, bana yakışanı aradan çekilmektir” diyecek hali yok ya. “Sürün o Tebrizliyi Tahran’dan” demiş ve “buyruk benim değil Şah’ındır. Buyruğa karşı gelen kellesini ipe vermeye de razı gele” diye tıslamıştır.

Ne yapar ne edersin iki gözüm. Feleğin çarhıdır bu. Garibana düşeş gelesi olmaz. Varsa yoksa hepyek.

“Çaresi ne ola ki?” diye düşünmüştür düşünmeye bizim Tebrizli. “Milletin gözü çapaklıyken ya Allah deyip aparsam, varsam gitsem” diye hesaplamıştır. Amma de bana, gitse nereye gidecek? Hoy’a gitse Hoy’a gelir, toya gitse toya gelir bu olmaz olası şahın adamları. Kendi canından olsun olmaya da “bu zalım gavurlar Süreyya’ya da kıyarlarsa ölmek de yetmez bu acıyı unutmaya” diye de düşünmüştür yani.

Ûarnaçar “sürgünse sürgün, hele Süreyya’nın başına bir şey gelmesin de gayrısı ne olursa olsun” demiş, taş ne ki, bağrına okyanus büyüklüğünde kayaları basıp göçünü hazırlamıştır.

Göçünü hazırlamıştır hazırlamaya da gönül de gönüldür ve yangın yeridir. “Hele bir son kez göreyim de, öyle geçip gideyim Nişabur’a” diye geçirmiştir aklından ve bir name yollamıştır sevdiceğine. Demiştir ki “gecenin yarısında Behçet-Abad’a gelesin ki seni son kez göreyim de öleceksem öyle öleyim.”

Amma vay hayıf. Nedenini bugün oldu bilen yoktur ki Süreyya o gece gelmemiştir Behçet-Abad’a. Tebrizli, son bir kez olsun görememiştir Peri’sini.

Aşk kolay değil de şairlik kolay mı sanırsın a efendi? Adamın biri durduk yere “Ulduz sayarak gözlemişem her gece yarı / geç kalmadadır yar yine, olmuş gece yarı” yazar mı, yazabilir mi?

Hadi onu yazdı diyelim efendi. Elini ta vicdanına koyasın da öyle söyleyesin. Bir şiir şöyle bitiyorsa ne gelir elden: “Aşkı var idi Şehriyar’ın, güllü çiçekli / Yazık kara yel esti, hazan oldu baharı”

#Aktüel
#Tarih
#Edebiyat
#İsmail Kılıçarslan
9 ay önce
Sen yatalı ben gözüme
Kadınlarla tokalaşmak
Var imiş gibi
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?
Birliğe çağrı