|

Sorma. İşin orasını anlatamam;

ama istersen şunu anlatabilirim.

Tarihten de eski zamanların birinde şeyh efendinin biri müridini çilehaneye, erbaine yollamış. Ona demiş ki “bu küçük odada kırk gün kalacaksın. Sahursuz oruç tutacak, iftarını üç hurma ve yağsız bir tas çorbayla açacaksın. İsmini anacaksın O’nun. Bir sayıklamaya dönüşene kadar anacaksın ismini. Sonra şöyle olacak. Önce sen susacaksın. Ardından şeytan susacak. Sonra nefsin susacak. O büyük sessizliğe, o muhteşem boşluğa eriştiğinde kendine bir paye vermeye, ben neymişim diye övünmeye kalkarsan bütün sesler, eskisinden de çok gürültü çıkartarak üstelik, geri gelecek. Yok eğer hoplar çıkarsan o büyük uçurumu, o büyük sessizlik sana duyman gerekenleri söyleyecek ve kaldıracak ortadan duymaman gerekenleri.

Sorma. İşin orasını anlatamam; ama istersen şunu anlatabilirim.

Asisili Françis, o dağa tırmanıp “burada kimler, neler yapıyor?” diye merakla her bir mağaranın içine baktığında -biliyorsunuz bunu- adamın birini görmüş. Küçücük bir mağarada ellerini ve ayaklarını çaprazlama mağara duvarına dayayarak öylece duruyormuş. Françis ona hangi tarikattan olduğunu sorunca “ben” demiş, “huzursuz tarikatındanım evlat.”

Yazık Françis’e ki aldığı cevabın büyüsüne kapılıp oracıkta durdurmuş mağaraları gezmeyi. Oysa az daha yürüyüp dağın diğer yüzüne gitse, orada hiçbir şey yapmaksızın oturup duran bir genç adam görecek ve ona da soracaktı hangi tarikattan olduğunu. Genç cevap verecekti: “Rüzgar tarikatındanım ben. Yüzüme vuran rüzgarın bana verdiği armağanlara şükrederek geçiririm ömrümü. Françis merak edecek, yine soracaktı: “İyi ama ne çeşit armağanlar veriyor sana rüzgar?” Genç, belki biraz duraksayacak, epeyce susacak, rüzgarın incecik esmesini bekleyecekti. Ardından soracaktı Françis’e: “Anladın mı?”

Sorma. İşin orasını anlatamam; ama istersen şunu anlatabilirim.

On metre var yok bir mesafe insanın hayatında en zor kat ettiği mesafe olabilir mi? Elbette. Dilini kalbine indirip kalbini eline alabilen aşıklar için on metrenin sonu ölümdür çünkü. O on metrenin sonunda vuslat varsa, tamam. Fakat yoksa öldü say sen o aşığı.

Sorma. İşin orasını anlatamam; ama istersen şunu anlatabilirim.

“Bugün seni göremezsem bir daha hiç göremeyeceğim zannettim” diyen aşığa kulak verin. O çaresizce, kurumuş bir pınara benzeyen gönlünün yeniden çiçeklenmesini, yeşillenmesini umut ediyordur belki. Hatta belki de sadece o umuttur onu burada kalmaya ikna eden.

Öyle dedim çocuklara: “İnsanı, burada kalmaya ikna edebilen şeyler listesi öyle zannedildiği gibi uzun ve bol seçenekli bir liste değildir. O yüzden Leyla’nın da deli olma ihtimali, ihtimallerden bir ihtimaldir ve hakiki Mecnun bu ihtimalden hiç korkmaz. Çünkü Mecnun, -bunu da bilirsiniz- akıp gidenle yahut durup gidenle değil, sadece aşkla ve onun haletleriyle ilgilenir. O yüzdendir başkalarına yazılmış mektupları çalan meczupların Leyla dedimse sensin denilirkenki mahcubiyetleri.

Sorma. İşin orasını anlatamam; ama istersen şunu anlatabilirim.

“Yorulmuş, yorulmuşluğuyla yoğrulmuş bir Ademoğlu” desinler ardımdan cenaze namazım kılınırken. “İyi bilirdik” desinler elbette hep bir ağızdan ama içlerinden en az biri “bilmezdik” deme cesareti göstersin. İnsanın insanı bilebileceğine dair o büyük safsatayı özenle reddetsin. Sonra kalp temizliği ve gönül süruruyla “Allahuekber” desin.

Sorma. İşin orasını anlatamam; ama istersen şunu anlatabilirim.

“İnsan uykudadır, ölünce uyanır.”

#Aktüel
#Edebiyat
#İsmail Kılıçarslan
9 months ago
Sorma
Yaralı coğrafyalarımızı konuşmaya daha yeni başlıyoruz
Sosyal Çürüme Yazıları 7: Dedelerden himmet umma cumhuriyeti
Paket iyi de ‘kampanya’ nerede?..
KDV artışının KDV indiriminden daha çok alkış aldığı ülke
Arapça tabelalar ve yeni CHP