|
Nobel senin kedin olsun

Kalabalık toplanmış, hep bir ağızdan tempo tutarak bağırıyor:

“Gü ray sün gü ray sün gü ray sün gü…”

Çocuklar gelmiş, gençler gelmiş, koca koca adamlar, kadınlar, kızlar.

Kıral, Gülperi, Karakol Bey, Zahir… Ölmemiş miydi o? Demek ölmeden gelmek istemiş.

*

Yayınevinin önü burası. Koca bir meydan. Kimine göreyse ufacık.

Ama toplanan kalabalık hıncahınç doldurmuş. Kim kimden hangi hıncını alacak bilmiyoruz.

Kitap için toplanmışlar oraya. Yeni çıkan “Büyük Irmaklardan Bile” için.

Ben habersiz geldim, bu nümayişe rastladım, kendimi kalabalığın içinde buldum.

Yazarını görmek istiyor, üstünde taze mürekkep kokusu olan kitabı elinden almak istiyorlar. Mümkünse imzalı. Mümkün olmasa da imzalı.

Bağırmaları ondan.

O kadar kalabalığa imza mı yeter? Üç günde bitmez. Geceli gündüzlü üç günde.

*

“Güray Süngü” diye tempo tutmak istiyorlar ama yuvarlayıveriyorlar söylemek istediklerini.

Yazar orada değilmiş meğer. Ora bura aynı. Burada olsa kapıya pencereye çıkar, gülümser, hoş geldiniz dermiş. İşi varmış, başka bir yere gitmiş. İşe bak.

Nolacak şimdi?

Karıştım aralarına. Onlarla bir bağırmaya başladım. Beceremedim. Gü’leri birleştiremedim, kalabalığa uymadı sesim.

Yayınevi görevlileri iyi adamlar. Kapının önüne koliler çıkarmışlar. Herkese yetecek kadar kitap var. Şükür.

*

Kalabalık arasından biri, çıtı pıtı, küçücük, elleri güvercin kafası kadar bir güzel kızcağız bağırdı. “İmzalı arasınlar, ulaşsınlar yazara.”

O ne demek? Ödemeli arama vardı eskiden, arayana değil aranana yazardı, görüntülü aramayı da gördük hamdolsun da “imzalı arama” neyin nesi?

Halkın gücü üstünde güç mü var dünyada? Herkes ona katılınca “ara ara” diye bağrışma başladı. Kalabalık arttı. Yaşlısı genci, uzunu kısası, şişmanı zayıfı, işsizi işlisi, hastası mastası herkes geldi.

Topal var, Kör var, Korkor, Ana, Yamuk, daha kimler kimler.

Karga ile ırmak Serinazman bile. Oranın dar olduğunu bile bile. İzdiham büyük.

*

Tezahürattan memnun yayınevi yetkilisi büyük kapıya çıktı, cebinden telefonu çıkardı, aradı yazarı.

Az sonra yazar göründü ekranda, el salladı. Demek ki görüntülü aramış.

Karar vermek için erken davranmamak gerek. Sonunu beklemek şart. Yoksa karar noksan olur, sade noksan olsa iyi, yanlış olur.

İşte az sonra telefondan bir el çıktı ekrandan. Yazarın eli. Her kitaba imza attı.

Kalabalıktaki herkesi tanıyordu. Hiçbirine adını sormadan imzaladı. Alan gitti, alan gitti.

Ben de aldım imzalı kitabımı.

“Uzun yolculuklar”dan bahsediyordu yazdığı iki satırda yol arkadaşım. Vay canına dedim, teşekkür ettim. Duydu herhalde, eliyle bay bay yaptı, konuşmadan kayboldu.

*

“Bir varmış, iki yokmuş. Sonra Rab bir daha yaratınca iki olmuş. İki olunca iki biri bilmez olmuş. Bu masal odur. Otur da dinle. Masal bitince sende ne kalırsa masalın anlattığı odur.”

Böyle başlıyordu.

Oturmadan masal dinlenmez, haklı.

Sonra şöyle diyordu Gülperi’den bahsederken:

“Güzeli kim sever? Herkes sever. Herkesin sevdiğini kim sever? Kimse sevmez. Çünkü kıskanırlar herkesin sevdiğini, eksiğini gediğini ararlar. Güzelmiş ama hiç konuşmaz, hiç gülmez, doğru düzgün yüzünü çevirip bakmaz, yürümezmiş de. Asmazmış da suratını ama. Ne der Ana? Mutsuzdu o. Cennetten düşmüş dünyaya, dünyaya cennetten düşen mutlu mu olur.”

Çok yaşa yazarımız, ellerin dert görmesin. Nobel senin kedin olsun.

#Güray Süngü
#Nobel
#Yazar
1 yıl önce
Nobel senin kedin olsun
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet