|
Aşk deryasını ezelde geçmek


Yazımızın başlığı, İbnü’l-Fârız’ın Mahmut Kaya’nın, “Andık sevgiliyi andıkça içtik / Öyle hâl oldu ki biz bizden geçtik / Yaratılmamıştı üzüm çubuğu / Aşk deryasını biz ezelde geçtik” şeklindeki manzum tercümesine esas olan şu beyittendir:

“Sevgiliyi anarak şarap içtik ve onunla sarhoş olduk; fakat daha üzüm çubuğu yaratılmamıştı.” (İslâmî Edebiyatta Şaheserler, YEK Başkanlığı, 2018)

Hayatı, hâl bilgisi, şairliği tam da varlığı, aşkı, sevgiliyi “bulduğu için arayan” ve dolayısıyla şiir gayreti “ancak bulanlar arar” söyleyişine denk düşen İbnü’l-Fârız’ı şimdi elimizin altında bulunan eserlerini zikrederek hatırlatmaya ihtiyaç duyduk.

İbnü’l-Fârız’dan yayın dünyamıza düşen ilk tercüme Dâvûd el-Kayserî’nin Kaside-i Hamriyye Şerhi’dir. Aşk Şarabı ve Hayat üst başlığıyla kitaplaşan bu şerh Turan Koç – Mehmet Çetinkaya tercümesiyle 2011 yılında İnsan Yayınları arasından çıkmıştır.

İbnü’l-Fârız’ın Kaside-i Tâiyye’si üzerine Sâidüddin Fergânî’nin yaptığı (yazdığı), Münteha’l-medârik ve müntehâ lübbi külli kâmilin ve ârifin ve sâlik, kısaca Münteha’l-medârik diye bilinen ilk şerh, Mustafa Yalçınkaya’nın tercümesiyle Litera Yayıncılık tarafından kitaplaştırılmıştır (2018).

İbnü’l- Fârız’ın ilâhî aşk muhtevalı şiirlerinden oluşan Dîvân’ı ise, Bedreddîn el-Bûrînî ve Abdulganî en-Nâblusî tarafından Arapça olarak şerh edilmiştir. Rüşeyd Bin Gâlib’in Şerhu Dîvâni İbni’l-Fâriz adıyla yayına hazırladığı bu şerhler, Ali Salâhaddin Yiğitoğlu’nun (ö. 1939) el-Menhelü’l-Fâiz fî Tercümeti Dîvâni İbni’l-Fâriz adıyla hazırladığı ilk ve tek Türkçe şerhinde esas alınmış; Muhammet İnce’nin İbnü’l-Fârız Dîvânı Şerhi adıyla yayına hazırladığı bu eser da YEK Başkanlığı Yayınları’nca basılmıştır (2021).

Asıl adı Ömer olan, babasının mahkemelerde ferâiz (miras) konularını yazması nedeniyle İbnü’l-Fârız olarak ünlenen bu büyük şair, 576 / 1181 yılında Kahire’de doğmuştur.

İlk eğitimini babasından alan İbnü’l-Fârız daha sonra İbnü’l-Asâkir başta gelmek üzere dönemin meşhur fıkıh, hadis ve tefsir alimlerinden ders alarak eğitimini tamamlamış; tasavvufa yönelerek arzuladığı manevi seviyelere ulaşamayınca, Şeyh Bakkâl adındaki bir zatın işaretiyle 1216 yılında Mekke’ye gitmiştir. Hicaz ve Mekke’de geçirdiği çileli on beş senenin ardından arzuladığı feyiz ve keşfe ulaşan İbnü’l-Fâriz, 1230 yılında Mısır’a dönmüş ve Dîvân’ını oluşturan şiirlerin çoğunu burada yazmıştır. Aynı zamanda Ezher Camisi’nde vaiz ve hatiplik yapan İbnü’l-Fârız, 632 / 1235 yılında vefat etmiştir.

Hakkındaki bu bilgileri aktardığımız İbnü’l-Fârız Dîvânı ve Şerhi’nde şu kayda da yer verilmiştir: “Kaynakların verdiği bilgilere göre zühd ve halvet hâlini çok seven İbnü’l-Fârız’ın, çoğu zaman ilâhî aşk ve cezbenin verdiği coşkuyla raks edip sema yaptığı görülmektedir. Cezbe hâlinde iken mânasını keşfettiği beyitlerin çoğunu, cezbeden çıkınca yazmıştır. Son derece hassas ruhlu olan İbnü’l-Fârız, gördüğü bir nesnenin veya duyduğu bir sesin arkasındaki mutlak güzelliği görüp ona âşık olurdu. Bazen Nil’in çıkardığı sesten veya Nil kenarında çamaşır yıkayan birinin söylediği bir beyitten etkilenerek kendinden geçer, bazen de sokakta duyduğu bir müziğin etkisiyle nâra atarak semaya başlardı.”

Bu bilgiler bizi, “bulma” temalı yazımızda şiiri örnek alışımızın sebebine de götürür.

Ruhlarla ahenkli nağmeler arasında Allah’ın hikmetine tabi bir ilişkinin bulunduğunu söyleyen
İmam Gazzâlî,
baharın çiçeklerinin ve udun tellerinden çıkan ahenkli seslerin etkisine girmeyen birinin ruhen hasta olduğunu belirterek şöyle demiştir: “Göz gördüğünden, kulak duyduğundan zevk alır; kalp de buluşma ve ayrılmanın ince duygularını hisseder; böylece bu üç zevk çeşidi birbirlerine eklenir.” (İhyâ, Trc.: Mustafa Çağrıcı, DİB Yayınları, 2020)
Müzikte olduğu gibi, vezinli sözler de insanda
vecd
e sebep olur. Vecd’ten kasıt insanın kalbinde bulduğu yüksek manalar olsa da mananın kalpte bulunuşuyla, duymanın ve sezmenin ilişkisini kuran, o manayı ruh yoluyla
ilka
ve
ilham
eden Allah’tır. Bu nedenle Hz. Peygamber “Şiirde hikmet var” buyurmuşlardır.
Bunlarla birlikte, yukarıda zikrettiğimiz “Bulan arar, arayan bulamaz” sözünü buraya taşıdığımızda, şiiri bulunmuş (vecede)
hikmet
, şerhini ise bulunmuş hikmetin mahiyetini ve manasını anlamak / okumak (tevacüd) şeklinde yorumlayabiliriz.
Çünkü bir hakikatin hak ettiği sınırları bilmek / sınırlara erişmek anlamındaki
hikmet
, hakikatin daima bir şeyin hakikati olması bakımından ilgili tüm çerçeveleri aştığı gibi, tüm gözleriyle bakma ve görmedeki acizliği de yine bir hakikat olarak kendisine katar.
#Aktüel
#Edebiyat
#İmam Gazzâlî
#Ömer Lekesiz
8 ay önce
Aşk deryasını ezelde geçmek
Kara dinlilerle milletin savaşı
Gayyâ kuyusu
Yeni bir dönemin göstergesi olarak Hudaferin Köprüsü
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?