|
Derin uykuları bölen acının derinliği

Hayatın akışını sekteye uğratan büyük afetlerde zamanda asılı kalmak yaşadığımız ilk şeydir.

Elimiz telefona bir uzanır bir geri çekilir. Çünkü arayacağımız ismin halinin belirsizliği, olumsuz bir bilgiyle karşılaşma ihtimalinin tedirginliği endişelerimizdeki büyük artışa bitişir. Öylece durduğumuzu sanırız ama duran hiçbir şey de yoktur aslında, fiziksel yetkinliğimiz ruhsal hareketliliğimizin hakimiyeti altında ezilmiştir sadece.

Yine de bir cesaretle Malatya’da hekimliği kadar kültürel faaliyetleriyle de tanınan Mehmet Aslan’ı, mevcut bir bilginin değil onun çok ilerisine taşan bir sonucun haberini alacağımı düşünmeden aradım. Nitekim onun “Biz iyiyiz, çocuklar iyiler ama Malatya’da durum çok kötü, Malatya’da durum çok kötü, dua edin, dua edin” sözleri de mevcut durumun değil şimdiki yürek kanatan sonucun ilk resmiydi.

Bu resim dün sabah on katlı bir binanın bitişiğindeki enkazın altından oğlunun çıkarılmasını isteyen bir annenin feryadına evrildi. Enkaza kazma vurulamıyordu çünkü yandaki binanın yıkılması an meselesiydi. Üstelik artçı sarsıntıların sürdüğü o ortamda mevcut enkaz da baskılanmaya devam ediyordu. Ama o anne yetkililerden oğlunun bulunmasına engel olan binanın bir an önce yıkılmasını ve onun yanındaki enkazdan çıkarılmasını istiyordu sadece. Annenin bunu istemesinden daha doğal daha haklı ne vardı? Ama yapı şartları ve matematik bunu istemiyordu.

Hayatın başka bir karesinde ise, yavrusunu doğurmuş ama kendisi vefat etmiş bir annenin acısı maddileşiyordu. Bebeği hayata yürürken, annesinin hayat yolu tükeniyordu.

Geldiğimiz şu son tablodan birçoklarının hâlâ yaşanan facianın büyüklüğünü anladığını sanmıyorum. 1939 Erzincan depreminin çok çok fevkinde bir yıkımla karşı karşıyayız. Bir depremin değil, dokuz saat farkla aynı şiddette iki depremin biden yaşandığını sebepleri eşliğinde açıklayacak bir dilden yoksun oluşumuz durumu gereğince değerlendirmemize ve tanımlamamıza sanki engel oluyor gibi. Yaşanmış ve deneyimlenmiş bir şey değil bu çünkü. Çifte vurgun ne kayda geçirilmiş bilimsel verilerle ne de benzer örneklerle açıklanamıyor. Zemin etüdü, kat yüksekliği, yapı sağlamlığı, tedbirli davranmak, hazırlıklı olmak… terimleri daha uzmanların dilinden dışa dökülmeden kendiliğinden buharlaşıveriyor.

Buharlaşmayan tek şey anbean tanığı olduğumuz gerçeklerle ve çoğunluğu dile sığmayan bu gerçekleri gönüllerindeki dalgalanmaya, gözlerine vuran yaşlara, boğazlarında düğümlenen kelimelere rağmen bize ulaştırmaya çalışan gazeteci – muhabir kardeşlerimin yüzleridir.

Albayrak Medya’dan Fazlı Şahan, Ersin Çelik, Taha Hüseyin Karagöz, Cüneyt Özdemir, Hatice Saka, Rabia Şenol, Şahin Şen, Burak Doğan, Canberk Doğan, Mehmet Güney, Ali Kürşat Büyükada… acının resmini yansıtan yüzleriyle, maruz kalınan facianın büyüklüğünü, derin uykuları bölen acının derinliğini yeni bir düzeyden gösteriyorlar bize.

Ancak yaşayanın bileceği gerçeklerle ve bu gerçekleri içselleştirmiş tanıklarla yine de belli bir oranda yaşıyoruz, maruz kalınan şeyin emsalsizliğini, büyüklüğünü ve derinliğini… Çünkü her şey söze girmiyor, acı tanımlanamıyor, yıkımın boyutu kuşatılamıyor.

Öyle ki, kuşattığımızı sandığımız her şey yarım kalıyor. Görüneni kuşattığımızı sandığımızda ancak hislerimizle idrak edebildiğimiz şeylerin büyüklüğü her yeri kaplıyor bu kez. Kahramanmaraş, Adıyaman, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Malatya ve Hatay’da yıkılan yapılar ve orada dünya hayatı sonlanan canlar sayısınca artarak çoğalıyor hayati kayıplarımız.

“At ile Kırım’ı aştıktan geri / Düzgünü boynuna düştükten sonra / Aksu’yun köprüsün geçtikten geri / Bu gece Maraş’ta yatalım atım.” dizeleriyle Karacaoğlan’ın yüzyıllar öncesinden taşınan sesi artık mekandaki tahribat nedeniyle yokluğa savuruluyor.

Mersin yolundayken görüştüğüm Kahramanmaraşlı şair Ömer Erinç’in, Diyarbakır’a geçen şair Mustafa Köneçoğlu’nun seslerinden anlıyorum geride bıraktıkları şeylerin sadece evlerinden ibaret olmadığını. Çünkü mekân yapılarıyla değil, onun üstünde kurulmuş hatıralarıyla mekândır asıl; mekânı değerli kılan canlardır, cananlardır ve ancak bunlarla beraber ilmik ilmik dokunmuş bir ruh, bir hayat kumaşıdır.

Hal böyle olunca millet olarak maruz kaldığımız bu felaket için ne desek, neyini nasıl adlandırsak eksik kalıyor. Demesek sussak bile suskunluğumuz da yarım! Çünkü zikrettiğimiz gibi hayat söze tam girmiyor ki, sonuçları girebilsin.

Yaşayan biliyor sadece ne yaşadığını.

Derin uykuları bölen acının derinliği ise yorum kabul etmiyor.

#Deprem
#Albayrak Medya
#Kahramanmaraş
#Ömer Lekesiz
1 yıl önce
Derin uykuları bölen acının derinliği
Euro Islam"ın fundamentali nedir?
Kamu tasarrufu
BİT’lere kadrolu işçi alımında acilen tedbir alınması gerekiyor
Tarih bizi çağırıyor ama biz birbirimizle boğuşuyoruz!
İYİ Parti kongresinin kazananı kim