Apaçık olarak ifade edilmiş bir hususu yeniden açıklamanın onu karıştırmaktan başka bir sonuç doğurmadığını okur-yazarlık tecrübemizle bildiğimiz için, kimi yazılarımızda sözü doğrudan ehline bırakıyoruz.
“Günümüzdeki insanın durumunu ne zaman etraflıca düşünsem ve konuyla ilgili derinlemesine kafa yorsam insandan daha unutkan bir varlığın olmadığı kanaatim daha da kökleşir.
Çünkü insan, yaratma ve rızık verme bakımından gerçekte hiçbir gücünün olmadığını ona hatırlatan ne varsa unutur; üst üste karanlıklar içerisinde olduğunu, daha başında, yokluğun karanlığında ve nihayetinde hislerinin karanlığında olduğunu unutur. Bedeninin hiçbir zerresini, ruhunun hiçbir esintisini kendisinin yaratmamış olduğunu unutur. Her biri yekdiğerinden daha ağır yoksunluklar içerisinde olduğunu, daha başlangıçta, ışıktan yoksunken, nihayetinde bilgiden yoksunluğunu unutur, Gözüne görmesini, kulağına işitmesini ve diline konuşmasını kendisinin vermediğini unutur. Aslında insan bunun gerisinde ve ötesinde ne varsa unutur.
Nihayet unutma onun için tek hatırlanan şey olur. Hâlbuki onu unutmayan, ondan bir an bile habersiz ve uzak olmayan ve her daim insanın kendi benliğinden dahi ona yakın olan, dahası onunla kalbi arasına gireni unutmaktan daha ağır bir unutkanlık var mıdır?
Mademki unutma ya da nisyan, insanın sınandığı ilk imtihandır(!) ve zamane insanı olabildiğince ısrarlı bir şekilde unutmaktan vazgeçmemektedir, o hâlde belki de insanın önünde gerçekleşen şeyler, olması gerekenin tam tersi istikamette olmalıydı. Ne var ki insan sürekli bir unutma hâli içerisinde olduğu hâlde bile etrafta olup biten ne varsa sürekli olarak onu, hatırlamaya zorlamaktadır.
Hâl böyleyken insana ne olmaktadır da varlıkların ya da akledilebilir olan ma’kûlâtın en yüce olanına dair insanın tavrı, onu en düşük mertebede görmek olurken, varlıkların ya da ma’kûlâtın en düşük mertebede olanını ise en yükseğe yerleştirme cüretini kendinde bulabilmektedir? Nihayetinde insanın unutkanlığı o dereceye ulaşmıştır ki hakkı bâtıl, bâtılı hak şeklinde ters yüz etmekte, hayrı şer, şerri hayır yapabilmektedir.
Bununla da kalmaz insan, muhteşem aforizmalar icat etmek, kesin postulatlar ortaya atmak, büyük önermeler ve iddialı tezler ileri sürmek suretiyle hak ilan ettiği bâtıla; iyilik saydığı kötülüğe teorik kılıflar bulup durur. Böylece o kendisine, varoluş ve işleyişe dair tek yasası, unutmaktan ibaret olan kurgusal bir dünya inşa eder:
Unutmalısın nereden geldiğini ve nereye doğru seyrüsefer ettiğini... hayatının ölüm ile kayıtlı olduğunu, nasıl başlamışsan bir de bunun dönüşünün bulunduğunu...
Unutmalısın hatırlanmaya ilk layık olanın kim olduğunu, ne vakit unutsan hatırasını bulduğunu, unutmalısın onu... dileseydi aklından çıkmayacaktı… ve unutmalısın unuttuğunda, onsuz, yokluklara mahkûm olduğunu...
Nihayet unutmalısın ona kavuşacağın ve sana ‘Neden unuttun?’ diye soracağı anı...
Durum her ne olursa olsun unutmanın şaşkınlığı içinde debelenmektense hatırlamanın derunî varlığı daha iyidir. Çünkü varlığın aydınlığı ve nuru, yokluğun karanlığına tercih edilir.
Hatırlama varlıktır, unutma ise yokluktur.
Dikey boyutlu insan, -uzay boşluğu mekân boyutundan daha geniş olduğu için yatay boyutlu insana göre daha geniş bir varlığa sahiptir.”