|
Kendi kozmosunu kaybeden başkasının kaosuna düşer


Neydi “bizim” edebiyatımız sorusunun cevabını ararken, “…bir şeyleri yadsımaktan, eleştirmekten çok, Mezopotamya (İbrahimî / Hanifî) aktimizi, kozmosa dair tefekkürümüzü, mizanımızı, muvazenemizi, terazimizi yitirdiğimizde zaten genelden özele sanatımızı, edebiyatımızı ve şiirimizi de yitirdiğimizi söylemekten ibaret” bir tutum içinde olduğumuzu belirtmiştik son olarak.

Bu hükümde yalnız değiliz. Şükür ki, ilgili konuya hâlâ İslam zihniyeti içinden bakabilen ve maruz kaldığımız Batı edebiyatını günümüzün gerçeklikleri içinde yeniden yorumlamak suretiyle bir senteze ulaşmayı değil yeni bir niyet ve istikametin mümkün olabileceğini umutla söyleyen başkaları da var. Bugün onlardan biri olan Cemal Şakar’ın görüşlerine yer verecek ve nasipse sonrasında kendi görüşlerimizi beyan edeceğiz.

Şakar, editörlüğünü de kendisinin yaptığı “Kurmacanın Grameri” adlı kitapta (Ketebe Yayınları, 2021) yer alan “Romanın Dünyasallığı Üzerine” başlıklı yazısında, sanatın maddiliğine ve dünyasallığına dikkat çekerek, roman esasında zihniyet çekicini bizimle aynı çiviye vurmaktadır:

“…Roman moderniteyle birlikte doğmuş ve kendisini modernitenin ruhuna uygun olarak yapılandırmıştır.

Romanın kendinden önceki sanatsal türler ve sanatsal geleneklerle temel farkının, modernitenin yıktığı kozmos anlayışında yattığını düşünüyorum. Her şeyin ahenk, denge ve ölçü içinde bir arada cevelan ettiği kozmosta varlıklar arasında da bir hiyerarşi vardı. Güzel, iyi ve doğru bu uyumdan alınan bir paydı ve sanat da bu uyuma nispetle güzel ya da çirkin olabiliyordu. Haddizatında sanat eserinin değeri de hakikatten pay almasıyla ya da hakikate hangi oranda temas edebildiğiyle ilgiliydi. Bu değerin ilham, sezgi ya da görü gibi yetilerle varlık mertebeleri arasında hangi düzeyin deneyimlendiğine nispetle belirlendiğini söyleyebiliriz. Modernite bu hiyerarşik kozmik düzeni yıktı ve denebilirse ay-üstü alemi bidat, hurafe, batıl olarak kabul etti, bir anlamda akıl dışı ilan etti.

Roman böylesi bir iklimde doğdu; bu iklim, kadimlerin eksikliği, kusurluluğu, süfliliği, düşkünlüğü atfettikleri ay-altı âlemden ibaretti. Ay-üstü âlem elbette modernlerin de ilgisi dahilindeydi; ama bu kez müdebbir meleklerin sevk ve idare ettiği bir âlem değil, aklın ve bilimin ışığında kavranmaya çalışılan bir âlem olarak. Ay-üstü âleme atfedilen saf güzellik, saf iyilik, saf doğruluk aşağıya inildikçe zaten saflığını kaybederek değer kaybına uğruyordu; moderniteyle birlikte güzellik çirkinlikle, iyilik kötülükle, doğruluk yanlışlıkla birlikte dünyasallaştı.

Dünyasal bir varlık olan insan da bu kaotik âlem tasavvurunda kendi yolunu arayacaktı. Roman bu arayışın en uygun sanatsal formuydu, çünkü onun yapısı da kaotikti.

(…) Dolayısıyla roman Ay-üstü âlemi tasavvur edecek, onu dile getirebilecek dil dünyasına sahip değildir; yani burada üretebildiği ve işlerlik kazanmış imajlara, simgelere sahip değildir. Ay-üstü âlemde analojik düzeyde bile bir ilişki kuramaz ya da kursa bile romanın sınırlarından alabildiğine uzaklaşmış metinler ortaya çıkar. Romandaki metaforlar, imgeler, simgeler, alegoriler... kozmik bir âlem tasavvurunun gösterimine hizmet için yer almaz. Bütün bu edebi sanatlar ay-altı âlemde yan yana yer alan eşitlenmiş gösterimlerdir. Daima dünyada, kent yaşamında ve bireyde başlar; dünyada, kent yaşamında ve bireyde biter; herhangi bir hiyerarşiye göre düzenlenmezler.

Romanın doğasını sadece bu kaotik âlem tasavvuru belirlemez; burjuva yaşamı ve daha önemlisi birey merkezli oluşu da doğasının bileşenlerindendir.

Roman daima kent yaşamından beslenir ve kent hayatındaki ilişkileri anlatır. (Romanın) yaşam merkezli olması, doğal olana sırt dönmesi, daha doğrusu doğal olanı yaşam ve birey merkezli ele alması anlamına gelir. Doğal olan genellikle doğal halinde bir kendilik olarak yansımaz, daha çok kentin ve bireyin hayatını zenginleştiren manzara olarak romandaki yerini alır. Yaşam ve birey hep manzaranın önündedir; manzara onlara göre anlam kazanır, yaşam ve birey onun üzerinde kurarlar hayatlarını.

Buradan hareketle roman için duyumsanabilir olanlar, manzara, kent yaşamı ve bireydir dense yeridir.””

Cemal Şakar bunlardan şiir ile romanın farkına getirir sözü. Hareket noktası yine dünyasal olan ve olmayandır.

Nasipse biz de oradan sürdürelim arayışımızı.

*

İstanbul’un maruz kaldığı son selde kıymetli hayat arkadaşını kaybeden Gazetemiz Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kahraman’a başsağlığı diliyor, sabrı cemil niyaz ediyorum; merhume eşinin mekânı cennet olsun.


#Aktüel
#Toplum
#Ömer Lekesiz
8 ay önce
Kendi kozmosunu kaybeden başkasının kaosuna düşer
15 Temmuz’un 2. Dalgası: Ehl-i Sünnet’e saldırı, bu toplumun intiharı!
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?
Birliğe çağrı
Adamın adı Filistin