|
Köprüler, rehberler ve ışıklar
Molla Abdullah İlâhî
’ye (Kuddisesırruh) ait
Zâdü’l-Müştakîn
-
Hak Âşıklarının Azığı
adlı eserin,
Tvnet
’in elan idrak etmekte olduğumuz Ramazan ayının iftar ekranını Mâverâünnehir’e kurmasından hemen önce,
Ketebe
tarafından yayınlanmasının güzel bir tevafuk olduğunu belirtmeliyim.

Zira İlahî, Semerkand’la Selanik Vardar Yenicesi, diğer bir ifadeyle Anadolu hattında Mâverâünnehir ile Balkanlar arasındaki değerli köprülerden biridir.

Köprü iki ayrı yakayı birleştirir, müstakil mekanları birbirine bağlar, uzağı yakın kılar, yol zorluğunu kolaylığa tebdil ederek mesafeyi kısaltır ki, İlahî de bu manadan bir mecazdır.

Şöyle ki:

Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen Hazret, o zamanın Germiyan Beyliği’ne ait beldelerden Kütahya’nın Simav kasabasında doğmuştur. Bu sebeple
Simâvî
nisbesiyle de anılır.
İlk öğrenimini Simav’da tamamlayıp, İstanbul’a gelerek Zeyrek Medresesi’ne devam eder. Hocası Mevlânâ Ali et-Tûsî ile birlikte Horasan’a gider. Burada tasavvufa meylederek, sûfîlerle oturup kalkmaya başlayıp zahir ilimlerden soğuyunca, yolu aynı tecrübeyi yaşamış olan
Hâce Ubeydullah Ahrâr
’a (Kuddisesırruh, v. 1490) varır.
Herat’ta iken görüştüğü
Mevlânâ Molla Câmî’
nin (Kuddisesırruh)
Nefahâtü’l-Üns
’ündeki ifadesiyle, manada Üveysî olduğu halde, “…Hakikatin tahsilini ve tarikatın tekmilini” Hâce Ahrâr’dan tamamlar. İcâzetini de ondan aldıktan sonra Buhara’ya geçer.
Bahâeddin Nakşibend
’in (Kuddisesırruh) mezarının yanında dokuz
erbain
çıkarıncaya kadar ibadet ve tefekkürle meşgul olur.

Semerkand’a döndüğünde Hâce Ahrâr ona irşat yeri olarak Anadolu’yu gösterince, Simav’a dönerek ilk dergâhını kendi memleketinde kurar. Molla Câmî’nin kelimeleriyle “Bu suretle Hâcegân (Nakşibendiyye) tarikatının sesi Anadolu vilayetlerinde yayılmaya” başlayıp, “Tarîk-i hâcegân avazesi vilayet-i Rum’da münteşir” olur.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a davetini ihtiyatla karşılar ve ısrarı üzerine Semerkant’tan Anadolu’ya birlikte geldiği Hâce Ahrâr’ın müritlerinden
Emîr Ahmed Buhârî’
yi (Kuddisesırruh, v. 1516) İstanbul’a gönderir, kendisi ise Fatih’in vefatından sonra Kazasker Çelebi Muhyiddin’in ısrarı üzerine İstanbul’a gelip, öğrenim gördüğü -o günlerde metruk olan- Zeyrek Medresesi’nde ikamet etmeye başlar.

Her geçen gün daha da yayılan şöhretine bağlı olarak çevresindeki kalabalığın artması üzerine sakin bir yer arayışına girer ve Evrenoszâde Ahmed Bey’in teklifi üzerine uzaklıkta bulunan Vardar Yenicesi’ne giderek, bu beyin yaptırdığı hankâha yerleşip, vefatına kadar burada yaşar ve yine buraya defnolunur (v. 1491).

Evliyâ Çelebi’
nin, Hazretin Simav’daki makamından bahisle “misk, amber ve abir kokusundan insanın dimağı kokulanır.” deyişindeki gibi, İlahî’nin Semerkand ile Yenice arasındaki seferinden de Mâverâünnehir evliyalarının ilim, edep ve hâllerinden bir mecaz olan bu kokular Osmanlı coğrafyasında yıkılmaz, eskimez, değeri tükenmez köprüler gibi uzanır. Bu yanıyla Hazret, bu köprünün hem bizzat kendisi hem mimarı hem de rehberidir. Ulemâ, füzelâ ve evliyaullahın kıymetlerini bilerek bildirenler de yine rehberin rehberi olduklarına göre, onların bıraktıkları eserlerde de bu köprünün ışıkları gibidir.

İlâhî’nin Zâdü’l-Müştakîn adlı eserinin Ketebe Yayınları arasından şimdi okurlarına sunulmasını Ramazan’la ilişkilendirince güzel tevafuk olarak nitelememin nedenleri özetle bunlardır.

Zâdü’l-müştâkîn, İlâhî’nin Vardar Yenicesi’ne gittikten yazdığı Türkçe eserdir. Kitabı yayına hazırlayan
Abdürrezzak Tek
, Önsöz’ünde kitabın muhteviyatı ve uslûbu hakkında şu bilgileri verir:

“Hak âşıkları için yazılan bu eserde (…) çeşitli tasavvufi kavramlar ve meseleler yer alır. Şeyh İlâhi, konuları belli bir plan dâhilinde değil, daha ziyade konuşma üslubuyla yazmıştır. Amacı ise tasavvufî terbiyeye yönelen kimselere seyirleri boyunca dikkat etmeleri gereken hususları belirtmek ve bir anlamda onlara manevi rehberlik yapmaktır.” Hazret bu çerçevede sâlikleri şeriat esasında terbiye etmiş, bu terbiyede tarikat müessesesinin yeri, işlevi ve değeri konusunda -terimler sözlüğü de oluşturarak- onları aydınlatmıştır.

Ayrıca, Zâdü’l-müştâkîn dili yani Türkçesi bakımından da değerli bir eserdir. Hazret, halkın meylindeki ziyâdeliği gözeterek Türkçeyi seçtiğini söyler ki, bu aynı zamanda onun Türkçe’nin o devirdeki özelliklerinin, kelime hazinesinin tespiti bakımından ilgililerinin dikkatlerine havale ettiği ilave bir kıymettir.

Ramazan bitmeden bu eserini okuyarak, Abdullah İlâhî’nin terbiyesinden pay almak tâlibin kârınadır.

#Tvnet
#Ketebe
#Abdürrezzak Tek
#Evliya Çelebi
2 yıl önce
Köprüler, rehberler ve ışıklar
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî