|
Müslüman sanatlarındaki farklar

Önceki yazımda Rami Kütüphanesi’nde, Yazma Eserler Kurumu’na ait Mushaf sergisinden söz ederek, buradaki Mushafların tertip ve tezhip cihetinden bir karşılaştırma yapma imkanı sunduğunu söylemiştim.

Sergide kendi adlarıyla devlet kurmuş birçok Müslüman kavmin Mushaf örnekleri yer almakla birlikte, asıl iki ana hat öne çıkarılmış: Osmanlı ve Safavi!

Osmanlı ile Safavi’nin kuruluşları arasında yaklaşık yüz yıl, yıkılışları arasında ise yaklaşık iki yüz yıl var. Her ikisi de Türk devletidir ama Safavi halkı daha çok Fars tanımlı ve Osmanlı İslamlığı da Arap olmaktan çok Fars etkili bir İslamlıktır.

Başka bir ilginçlik ise Arap fatihler üzerindeki etkisine rağmen, Farsların batı ufkunun Türklerle sınırlanmış olmasıdır.

Bu husus mevcut devletler düzeyinde hâlâ yoğun bir şekilde sürmekte olan Fars ve Türk çatışmasının sebebi olduğu gibi, kültür ve sanat düzeyindeki kesintisiz rekabetlerinin de sebebidir.

Gerçi iki çağdaştan Safavi Şah İsmail’in (Hatâyî) divanını Türkçe, Osmanlı Yavuz Selim’in (Selîmî) ise divanını Farsça olarak yazması bilenlerini tebessüm ettiren bir paradoks olarak orta yerde duruyor olsa da, bu ilgili çatışmanın ve rekabetin şiddetini azaltacak, sürekliliğini sekteye uğratacak bir etkiye sahip değildir.

Osmanlı ve Safavi Mushaflarındaki süslemelerin (tezyinatın) tam da batı ufkunun iki kavim nezdindeki kapalılığa ve açıklığa delalet etmesi tespit edebildiğimiz ilk şeydir.

Buradaki batı ufkundan kastımızı, fetih fikri ve uygulamasındaki ideale ve dolayısıyla milli bir sürekliliğe hamlederek, batı kelimesini büyük B ile yazma şeklinde ifade edebiliriz. Buna göre Batı, dünden bugüne ve yarına Türkler için nasıl bir fetih azmi oluşturuyorsa, Farslar için de gerçek bir ufuksuzluğun adı olmaktadır. Ki bunun siyasi planda –burada dile getirmemizin mümkün olmadığı– çok sayıdaki deliline zaten sahibiz.

Sanat planındaki bir deliline ise söz konusu sergideki Mushaflar üzerinden işaret edebiliriz.

İlk bakışta spekülatif gibi görünse de Müslüman sanatlarının kavmi gelişimleri ve etkileşimleri esasından baktığımızda yadsınamaz bir gerçekliğe isnat eden bu delil, önce - Mushaflardaki süsleme cihetinden doluluk ve boşlukla kendisini ele vermektedir.

Öyle ki cüz, hizip, vakfe, ayet durağı, secde ve aşer gülleri, sure başı, beyne’s-sütûr, zahriye, serlevha, cetvel, dış pervaz, kenar suyu, boş sayfa, ketebe… ve diğer tezhibe konu olan unsurların Osmanlı Mushaflarında planlanarak uygulanmış bir boşlukla beraber var olduklarını, Safavi’de ise bu unsurların boşluğu ortadan kaldıran bir dolulukla işlendiklerini görürüz.

Bu farka göre, Osmanlı’nın planlı boşluğunu bilkuvve keşfedilmeye, fethedilmeye, işlenmeye hazır bir doluluk, Safavi’nin ise boşluksuzluğu peşin bir temellük, işlenmesi asla başkalarına bırakılmayacak ve dolayısıyla ertelenmeyecek bir yüz-ey olarak nitelediğini söyleyebiliriz.

Bu tutumla Mushaf esasında Kur’an lazfının (ayetlerin) öne çıkarılması ya da tek yüz(ey)de yer alan her şeyin tezhip yoluyla aynı görünürlük içinde eşitlenmesi gibi bir çabaya da ayrıca işaret edebilir ve bundan hareketle Osmanlı’nın planlı boşluk sayesinde tezhibi ayetlerin görünürlüğüne bir vesile sayarken, Safavi’nin ise tezhip yoluyla İlahi kelamın görünürlüğünü, insan sanatının gücüyle birleştirerek düzleştirdiğini ileri sürebiliriz.

Öte yandan bu iki tarzdan, Osmanlı Ehlisünnet’inin suretlendirmeden (ikonografiden) kaçınmasına karşılık, Safavi Şia’sının suretseverliğe (ikonafili) düşkünlüğüne de hükmedebiliriz.

Hal böyle olunca Edmund Husserl’in söyleyişiyle, dünyanın bilincinde olarak yaşadığımızda, sürekli olarak bu bilinçten hareketle, hayatımızın ufkunun şeylerin, nesnelerin, kaygılarımızın, gerçek ya da olası etkinliklerimizin ufku olduğunun da bilincine varırız ve “Her zaman dünya ufkundan ayrılmış olarak orada kimse olsun ya da olmasın komşularımızın (Mitmenschen) ufku”nun varlığına tabi oluruz. (Geometrinin Kökeni, Trc.: Ayşe Meral, Albaraka Yayınları, İstanbul 2023)

Dolayısıyla Safavi’yi bulunduğu mülkü ve işleyebildiği yüzeyi, komşusu olan Osmanlı’nın onun için bir Batı ufku olması ve dolayısıyla ona hem siyasi hem de kültürel bir hat oluşturması bakımından aşırı şekilde temellük etmeye sevk ederken, Osmanlı Batı ufkunun açıklığından öte Batı’yı bir fetih mekanı olarak görmekle bir temellük duygusuyla tatmin olmayı değil bilakis onu bilkuvve bir durum olarak yaşatmayı seçmiş gibidir.

Siz Müslüman sanatlarındaki farklar bakımından zikredebildiklerimizden daha fazlasını görmek için lütfen bu sergiyi kaçırmayınız.

#sanat
#İslam
#Osmanlı
10 ay önce
Müslüman sanatlarındaki farklar
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar