Fakat duyularının tesirinde bulunan ve onların verdiği her bilgiyi akılıyla doğrulama imkanına sahip bulunmayan insan, seherde bir sihre uğramaktan kendisini tam olarak koruyamaz. Bunun mümkün olabilmesi için, akıl da dahil her şeyin bilgisini bilenin bilgilendirdiği bir zatın bilgisine tabi olmak gerekir.
Fıkhî / İslam hukukuna mahsus bir terim olarak içtihadın hükmü ise bellidir:
İçtihat, “Müçtehit vasfını kazanmış bir İslam âliminin Kur’an ve sünnette bulunmayan veya açıkça belirtilmeyen şer’i bir meseleyi, Kur’an ve sünnetin ruhuna aykırı olmamak şartıyla halletmek ve hükme bağlamak hususunda gösterdiği üstün gayret ve çalışma, bu çalışma sonunda verilen hüküm”dür (Misalli Sözlük).
Dolayısıyla seherin –içtihadı zorunlu kılan duruma da karşılık olarak, aklı aşan– sihrinin sebep olduğu zan, vehim, göz yanılması vb. tesirlerinden kurtulmanın yolu şarinin verdiği bilgiye ve şeriatın bu yolla koyduğu sınırlara tabi olmaktan geçer.
İlk bakışta, seher, sır ve şer’i bilgi ilişkisini zikrettiğimiz bağlamda kurduğumuzu düşünsek de, çok kısa bir süre sonra bu kuruştan mutmain olamayacağımız ortaya çıkar. Zira mezkur hususta görünenler üzerinden kurduğumuz ilk ilişki, görünmeyen ama çok daha etkili bir kelimeyi, Demokles’in kılıcı gibi ense kökümüzde sallanmaya davet eder.
Buradan devam edelim inşallah.