Doğan Sözlük’te iyi niyeti kötüye kullanma, işletme, faydalanma, menfaat sağlama, sömürme anlamları verilen istismar kelimesi, çok partili hayata geçildikten sonra ağırlıklı olarak siyasi alanda kullanılmış, istismar etme(k) terkibi de ihtiva ettiği bunca olumsuzlukla doğrudan kişilerin siyasi fillerine giydirilmek istenmiştir.
Şöyle ki, CHP’ce Cumhuriyet’in ilke ve inkılaplarına bağlı görünmenin de ötesinde onunla doğrudan çatışan din, adalet, merhamet vb. kavramlardan şiddetle uzak durmak siyasi bir alamet sayılmış; onun iktidardan kovulduğu tarihe göre 27 yıl boyunca ısrarla yerleştirilmeye çalışılan bu anlayış, DP’nin CHP tarafından halkın zulümle baskılanmış taleplerinden az bir kısmına, örneğin –Ezan’ın Müslümanca okunmasına vb.– tercüman olunmasından yüz bularak(!) siyaset yapmaya kalkışan üç beş Müslüman tarafından tavsatılmıştır.
CHP, sözüm ona kurucu parti olma hak ve üstünlüğüyle, ferden kafir –hakikati örten– olunmasa bile kafir gibi siyaset yapılmasındaki ısrarının tavsatılması karşısında, istismar etme(k) terkibini siyaset sözlüğüne sokarak, malum ilkesini korumaya çalışmıştır.
Buna göre bir siyasetçinin zihniyeti, inancı ve yaşayış tarzı itibariyle kendi kişiliğinin ya da kimliğinin zorunlu bir ifadesi olan hal ve hareketleri, tarzını ve sınırlarını CHP’nin belirlediği o hat üzerinden bir teste tabi tutulmak, buna uygun davranan siyasiler çağdaş, devrimci; uygun davranmayanlar ise dini istismar edenler olarak kategorize edilmek istenmiştir.
Kendisi tek başına bir daha iktidara gelemese de, yukarıda zikrettiğimiz tek yanlı ve sorgulanamaz üstünlüğü(!) nedeniyle hemen her iktidarın ilgili uygulamalarını büyük oranda belirlemiş olan CHP’nin söz konusu tasnife tabi olarak resmi ve sivil ihbar mekanizmalarını nasıl harekete geçirdiğini; insanları düşünceleri ve yaşayışları nedeniyle hapishanelere nasıl doldurduğunu; onları devlet yönetimine katılmaktan nasıl men ettiğini bugün konuşmamıza –şükürler olsun ki– artık gerek kalmadığı için bir envanter sunmamıza da gerek kalmamıştır.
Ancak şu kadarını olsun söylemeliyiz:
İslam, benzeri ve ortağı olmayan bir tek tanrı inancı olarak puta tapmaya manidir. Bir Müslümanın İslam’ın amentüsünde yer alan altı ilkeyi kabul ve dili ile ikrar etmesi; onun beş şartını açıktan açığa yerine getirmesi; dilinin Kur’an ayetlerine ve hadislere yaslı olması, diğer bir ifadeyle dinlerinin dillerini, dillerinin dinlerini açması bir varlık hakkıdır.
Elbette, yukarıda da zikrettiğim gibi bunların da CHP’nin veya onun zihniyetini taşıyanların belirlemeye çalıştıkları siyasi ortama kabul ettirilmesi yine kolay olmamıştır. Erbakan’ın istismar kastıyla bir vakit namazını birkaç kez kıldığına, mitinglerinden sonra mezarları ilgili beldede bulunan gericileri, yobazları ziyaret ettiğine… dair medya destekli iftiralar, suçlamalar da yoğun olarak sürdürülmüş, ama neticede aklın ve izanın doğal galibiyetiyle, siyasilerin de birer insan oldukları; inanışlarını, gündelik yaşayışlarını ifadeyi ve ifayı hak ettikleri anlaşılmıştır.
Erdoğan halkıyla ve halkının inancıyla sadece barışık değil, aynı zamanda bunlarla yoğrulmuş biri olarak, halk dilinin kullanmasındaki ve onların yaptıklarının yapılmasındaki meşruiyeti bizzat pekiştirmekle kalmamış, bilakis “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün” sözünün en etkili uygulayıcısı olmuştur.
İstismarın istismarından kastımız şudur: Daha önceden örneğin toplum içinde namaz kılınması, oruç tutulması, iftar yapılması karşısında “Din istismar ediliyor’ diye yüksek perdeden nara atanlar, şimdi istismar olarak ilan ettiklerini istismar etmeye başlamışlar ve dolayısıyla eskitmek, toplum hayatından kovmak istediklerinin zorunlu birer kölesi haline gelmişlerdir.
Fakat bu yeni durumla ilgili olarak belki ciddiyetle bile değil, mizahi esasta söylenebilecek başka gerçekler de bulunmaktadır.
Konuya bir de bu yönüyle bakalım inşallah.