|
Sünnetullâh ve deprem

Allah’ın yaratışında iyi ve kötü ayrımı yoktur.

Varlıktaki iyi ve kötü ayrımı şeriattan ve insan aklının yaratılışa-varlığa- değgin olguları, oluşları adlandırma, tanımlama, yorumlama yoluyla kavrayabilmek için onlara yüklediği nisbetlerden doğar ki, biz bu doğuşun kainattaki her türlü işleyiş ve görünüş bakımından sünnetullaha tabi olduğunu söyleriz.

“Sözlükte” Sünnetullâh, “bir şeyi açıklığa kavuşturmak, iyi veya kötü yeni bir yöntem ortaya koymak” anlamındaki ‘senn’ kökünden türeyen sünnet ile lafza-i celâlden oluşan sünnetullâh terkibi ‘Allah’ın koyduğu kanun, nizam’ demektir. Sünnet ve Allah kelimeleri Câhiliye döneminde bilinmekle beraber sünnetullah Kur’an’a has bir tabirdir. Kur’an’da sünnet kelimesindeki ‘sürekli, düzenli ve özgün uygulama’ anlamı Allah’a nisbet edilmek suretiyle Allah’ın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir.” (Daha geniş bilgi için bkz.: DİA Sünnetullâh maddesi)

Sünnetullâh tanımıyla şekillenen mezkur nizam anlayışı, Yahudilik ve Hristiyanlıktaki benzerlerinden, İslam’ın tanrısının teâlâ ve etkin bir tanrı oluşuyla farklılaşır.

Allah’ın teâlâ olması, O’nun her şeyin yaratıcısı, sahibi olması ve O’nun varlığının, gücünün, kudretinin, şerefinin, hükmünün ve hükümranlığının üstünde hiçbir şeyin bulunmaması demektir.

Allah’ın etkinliği ise “Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilahi tasarruftadır.” (Rahman, 55:29) mealindeki beyanda somutlaşır.

Dolayısıyla İslam’ın tanrısı, kimi şeyleri inanın yaratmasına, gerçekleştirmesine bırakmayı da kendi sünnetine tabi kılmış, ne yaratmaktan ne de yarattıklarının üstünden elini çekmemiş ve hiç çekmeyecek olan bir tanrıdır.

Çoğunluğunun aklı, anlayışı -maalesef- seküler düzeyde işleyen günümüzdeki ilahiyatçıların, zikrettiğimiz anlayışı Vahdet-i vücut doktrini ile sınırlandırarak, insan irade ve fillerine özel bir değer ya da üstünlük yüklemek istemelerinin, Kelam ilmi içinde ayrıca tartışabilir bir husus olması dışında, İslam’daki mezkur genel anlayışta bir değeri yoktur.

Kur’an’da sünnetullâh teriminin karşılıklarından birinin halk kelimesi olduğunu dikkate alarak baktığımızda halk âlemindeki oluş ve işleyişi doğrudan onun kapsamına almamız, emir âlemindeki oluş ve işleyişleri ise gaybîliği nedeniyle tanım bakımından O’nun bilgi ve tasarrufuna havale etmemiz gerekir.

Bu manada evlenmek, aile kurmak, toplum oluşturmak, şehirleşmek, devlet teşkil etmekten tabiatın işleyişine kadar sosyal ve kozmolojik her nizam sünnetullâha dahildir.

Bu genel çerçevelemeden sonra deprem konusuna gelecek olursak.

İlahî akıl, insan akıl ve idrakinin nisbetlendirme bağına ve bağlamlarına göre işlediğini bildiği için, sünnetullâha mahsus bilgiyi de buna -insan idrakine- uygun olarak inzal eder. Diğer bir söyleyişle dinlerdeki / şeriatlardaki iyi ve kötü ayrımı Allah tarafından bilgilendirmenin ve bu bilgilendirme gereğince aynı zamanda bir sınanmanın, imtihanın, ödüllendirmenin ya da cezalandırmanın konusudur.

Buna göre, günümüzde jeoloji ve jeofizik bilimlerinin ilgili tüm terimleriyle ifade edilen şu dünyaya (ondaki çekirdeğe, mantoya; kabuğa, yeryüzüne) mahsus bilgilerden, her akıl sahibin kendi gereklilikleri esasında çıkaracağı kendi hayatıyla ilgili sonuçlar bulunmaktadır.

En basitinden AFAD sitesinden naklederek söyleyecek olursak, “Yer kabuğunu oluşturan levhaların hareketleri sonucu oluşan gerilme ve sıkışmalar, yer kabuğunun bazı bölümlerinde yüzyıllar boyunca enerji biriktirir. Bu enerjiler zaman zaman ortaya çıkar. Yer kabuğundaki bu hareketli kesimlere fay adı verilir.

Birbirlerinin hareketini engelleyen levhalar arasında sürtünme başlar. Levhaların birbirlerine sürtünmesi sırasında, büyük kaya kütlelerinin arasında kalan ‘fay’ adını verdiğimiz zayıf yerler zorlanırlar ve buralarda gerilme enerjisi birikir.

Zorlanma ve sürtünmenin etkisiyle kısa bir zaman içerisinde çok şiddetli bir kırılma ve hareket ortaya çıkar. Oluşan ilk harekete ‘deprem’ (ana şok), şiddetli sarsıntının etkisiyle o bölgedeki yer kabuğunun zayıf diğer kısımlarının kırılmasına da ‘artçı depremler’ (artçı şoklar) denir.”

Buna göre sert olan şey kırılacağına, biriken enerji mutlaka dışarıya çıkacağına göre, bu etkilerle kırılmaya ve patlamaya maruz kalan yerdekiler de onlardaki şiddet nispetinde tahrip olacağına göre, yine en basit söyleyişle insanın kendi bedenini örnek alarak, “mimarlığın temel nesnesi olan bütün organik dünyayı harekete geçiren madde ile biçimlendirme gücü arasındaki karşıtlık” esasında kendisine bir ev inşa etmesi gerekmez mi?

#Deprem
#Jeoloji
#Sünnetullâh
1 yıl önce
Sünnetullâh ve deprem
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi
Kibirleri boyunlarını aşan muhterisler kim?