|
Yeni bir anayasaya ihtiyaç duymak

Önceki yazımızda Başkan Erdoğan’a devlet yönetimini teslim etmenin güveni içinde hem ona hem de devlete zarar vermemeyi prensip edinerek Müslüman münevverlerin,

1-Modernizm ve ona tabi görünen sistem tarafından devşirme ve devşirilmenin hakikatini, gelecekte yüklenebileceği ivmeyle birlikte işleyişini doğru tespit etmeleri,

2-Ferdi planda değilse de toplumsal planda neredeyse engellenemez gibi görülen devşirilmeyi, devşirilirken devşirmeye uğratmanın mümkün yollarını özenle araştırma yönünde gayret göstermeleri gerektiğini belirterek, ilk hususu Abdurrahman Arslan’ın Nehri Geçerken adlı kitabında da yer alan 2007 yılına ait bir söyleşisi üzerinden izah etmeye çalışmış, ikincisini ise Müslümanların ilkini yaklaşık yüz elli yıl önce ortaya koydukları Kânûn-i Esâsî, bugünkü söylenişiyle anayasa hazırlama gayretleriyle birlikte anlatmaya çalışacağımızı söylemiştik.

Bir Müslümanın gerek mevcudunun eleştirisi gerekse yenisinin yapılması talebi esasında anayasa hakkında konuşabilmesi için 1-İslam hukukunu, 2-modern hukuku, 3-Batı kültür ve uygarlığının İslam düşmanlığı tarihini, 4-siyasetin günümüz şartlarındaki algı ve işleyiş tarzını bilmesi gerekir.

Biz, bu dört unsurla ilgili formasyon iddiamızdan değil, dördüncü unsura tabi olarak son dört yazımızda yaptığımız değerlendirmeyi bir sonuca bağlamak için, öncelikle “Yasa koyucuyu ve onun muhatabı olarak kendimizi bilmeyi” anlamaya ve ardından Kânûn-i Esâsî devrindeki Müslüman münevverlerin onunla kurduğu ilişkiden kendi yeni anayasa talebimize bir pay çıkarmaya çalışacağız.

Bu bağlamda, kelime farklarıyla Bakara suresi 2/35-38; A’râf suresi 7/19’da da zikredilen ama daha açık şekliyle Tâhâ suresinin 20/115-119. ayetlerinde geçen Allah’ın onları yaratılışının akabinde Hz. Adem ve Havva için koyduğu ilk yasayı konuşmak -insan olarak kendi yerimizi, haddimizi bilmek bakımından- öncelik arz etmektedir.

İlk iki surenin ilgili ayetlerindeki Adem ile eşinin cennette oturmaları, orada istedikleri yerden yiyip içmeleri, bunun karşılığında “şu ağaca yaklaşmamaları” yönündeki ilahi emir, Taha suresindeki ilgili ayetlerde (mealen) şöyle açılır:

“Biz daha önce Âdem’den söz almıştık, fakat o unuttu; biz onda yeterli bir kararlılık görmedik. Meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dedik, onlar da secde ettiler, sadece İblîs direndi. Bunun üzerine ‘Ey Âdem!’ dedik, ‘Bil ki bu senin de eşinin de düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa mutluluğunu yitirirsin! Burada sana acıkmak da çıplak kalmak da yok. Yine burada susuzluk çekmezsin ve sıcaktan bunalmazsın.”

İlk iki suredeki “hazihi’ş-şecerate: şu ağca” ibaresi, birçok müfessir ve mutasavvıf tarafından müstakil eserlerde işlenecek kadar genişçe ele alınmışsa da, Hayrettin Karaman Hoca’mızın başkanlığındaki bir ekip tarafından hazırlanan Kur’an Yolu Meal ve Tefsiri’nde Şevkâni’den mülhem olarak (Yasak ağaç ve) “Bu tür konular, mahiyetlerini anlayıp kavramakla yükümlü kılındığımız hususlardan olmadığı için, en doğru tutum Kur’an’ın bildirdikleriyle yetinmektir.” şeklinde ifade edilen görüşe uyuyor ve ilahî hitabın ilk yönü olarak ahitleşmeye ve bunun mahiyetine dikkat kesiliyoruz.

Buna göre şu üç unsur öne çıkıyor:

1-Allah’ın Adem ile (eşini de temsilen) İlah ve meluh bağı içinde ahitleşmesi,

2-Adem’in Allah’a olan ahdini unutma, bu yöndeki gayrette kararsızlaşma ve dolayısıyla ona düşmanlığı seçen İblis’in boş vaatlerine kanarak mutluluğunu yitirme vasfında olması,

3-Adem’e vaadini tuttuğu sürece a)acıkmaksızın, b)çıplak kalmaksızın, c)susuzluk çekmeksizin, d)sıcaktan bunalmaksızın cennette kalacağının bildirilmesi.

Buna göre Allah ile ahitleşebilme seçkinliğine sahip olmak, ahdine vefa göstermek ya da unutma dahil nefsindeki muhtelif (zan, düşmanının iğvasına kanma vb.) etkilerle ahdine vefa göstermemek, hilkati yönünden özgürlük, korkma (Bakara,38), acıkma, örtünme, susuzluk, sıcaktan (ve soğuktan) kaçınma kaygısı Adem ile eşinin şahsında bilgisi Allah tarafından verilen ilk şeyler olmuştur.

Bunları ilgili kıssadan ayırıp, salt bir “hüviyet / kendilik / kimlik” bilgisi olarak aldığımızda, bu bilginin özünün asla değişmediğini ama bu bilgiyle kurduğumuz ilişkinin değişmesi nedeniyle şeklinde (suretinde) de bir değişme olduğunu ifade etmemiz gerekir.

Nitekim, dünya hayatına maruz kalan insanın gerek İlahi şeriat gerekse akli şeriat bakımından tabi olduğu ya da ürettiği ahitlerin, anayasaların esası da bu bilgidir. İnsan her şeyden evvel özgürlük, güvenme, beslenme, korunma ve barınma kaygılarını giderme yönünde ahitleşir, toplulukla (devletle) bağını da bunlar üzerinden tesis eder.

#Siyaset
#Anayasa
#TBMM
#Aktüel
#Tarih
#Ömer Lekesiz
1 year ago
Yeni bir anayasaya ihtiyaç duymak
Kara dinlilerle milletin savaşı
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile