|

Dil ilginç bir olgu. Bağlamı bilinmeden neredeyse hiçbir kelime bir başına bir anlam ifade etmiyor.

Bir başına “ateş” dediğimizde muhatabımız veya onu işiten kimse bağlamı biliyorsa bu kelimeden bir anlam çıkarır. Bağlam bilinmiyorsa kullanılan kelimeyle ne denmek istendiği öğrenildikten sonra gereği yerine getirilir.


Cephede komutan: “Ateş!” dediğinde kıtada elinde silah bulunan ve nişan almış olan nefer ateş etmeye başlar. Buradaki ateş kelimesi bir buyruğu dile getirir.

Hasta elini başına götürerek “ateş” dediğinde vücut ısısının yükseldiğini ima ettiğini çıkarırız. Ateşim yükseliyor, ateşim düşüyor ifadeleri vücut ısısına göndermede bulunduğu gibi; o kişinin öfkelenmeye başladığını veya öfkesinin dinmekte olduğunu ima ettiğini düşünürüz.

Ama ben burada ateş kelimesiyle daha başka konumlara da göndermede bulunmak istiyorum.

Örneğin atasözünde: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” denildiğinde ne anlarız? Bir yerde duman varsa orada mutlaka bir ateş olduğunu biliriz. Ama dumanın olmadığı yerde ateşin olup olmadığını kestiremeyiz. Ateşle duman arasında neden sonuç ilişkisini kurarız; ama kurduğumuz nedensellik ilişkisi bize gene de ancak belirli durumlarda bir kesinlik iletir.

“Ateş bacayı sardı” deyimimiz var. Tehlikeli bir durumun önlenemez bir hal almasını ima eder. Deyim birçok yerde işe yarar ve kullanılabilir. Ama en çok aşk ilişkisinde kullanılır. Kişiyi bu ilişkiden vaz geçirmek isteyenler ona öğütler verebilir, farklı çıkar yolları sunmak ister; fakat ateş bacayı sarmışsa, bu öğütlerin âşığa yararı olmaz. Bu sözler onun bir kulağından girer öbüründen çıkar.

Ateş bacayı sarmaya görsün... Bu duruma düşmüş olan kimse artık her şeyi göze almaya hazırdır. Hiçbir tehlike onu yıldırmanın üstesinden gelemez. O, her tehlikeyi, dahası ucunda ölüm olan tehlikeyi bile göze alır. Çünkü ateş bacayı sarmıştır. O, o ateşin içine düşmeyi, o ateşin içinde kalmayı göze aldığı gibi, çevreye verdiği veya vermesi melhuz tehlikeleri de umursamaz.

Ateş bacayı sardığında “Âşıka Bağdat sorulmaz.” Bağdat, haritada belki bugünkü Bağdat’tır. Ama tarihsel bağlamda İstanbul’a nispetle uzak, bilinmeyen bir diyarı imgeler. Yolu, mesafesi, konumu bilinmese de şayet maşuk Bağdat’ta denilmişse âşık yollara düşer. Gözü kapalı olarak Bağdat’ı da bulur. Bulamasa da yolunda ölür.

Maşuk Bağdat’ta değilse, âşık Bağdat’ı ateşe tutar. Olmadı bütün Bağdat’ı ateşe verir... Ateşe tutmak, ateşe vermek, ateş kimin bacasını sarmışsa onun yapabileceği işlerdendir...

Dahası da var: ateş kesilmek, ateşle oynamak, ateş püskürmek, bütün bunlar o ateşe düşmüş kimsenin yapabileceği işlerdendir.

Ve nihayet ateşten gömlek... O gömleği giymek de her kişinin harcı değil... O ateşle oynayan kişinin giymeyi göze alabileceği bir gömlektir o. Kan kanla yunmayacağı gibi, ateş de ateşle yunmaz. Bilakis aşığın ateşiyle maşukun ateşi birbirine kavuşunca, bu ateş bacayı sarar...

#Ortadoğu
#Bağdat
#Irak
6 yıl önce
Ateş
Kara dinlilerle milletin savaşı
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı