|
Ah Kudüs, nelere şahit oluyor?

Müslümanların her yıl idrak ettiği Ramazan ibadetlerinin en önemli yönlerinden biri insanı kendi bireysel sınırlarının ötesine taşıyan, kendi bireysel varlığını, kültürünü, tarihini, kavmini, sınıfsal aidiyetini ve coğrafi sınırlarını aşmaya sevk etmesidir.

Ramazan bu işlevini yerine getirirken onun akışına katılan her birey belki çok bilinçli, iradi bir yönelişe sahip olmayabilir,
aksine çoğu insan Ramazan zamanının gelmesiyle, sadece kendilerine yazılmış rolü oynayarak kendilerini böyle bir aşma sürecine kaptırırlar.

Böylece normal hayatta yabancılaştıkları başka insanlara, fakirlere, yolda kalmışlara, diğer kavimlere, “bizden saymadıklarımıza”, aramıza şu veya bu yolla sınırlar koymuş olduklarımıza hatta bu dünyadan çoktan göçüp itmiş olanlara bir “selam” gönderirler. Bu selamı 30 gün boyunca bilerek ve isteyerek tercih ettikleri açlık ve susuzlukla, aç insanları, yoksulları, ıstırap içinde olanları hissederek, onlarla empati kurarak, olabilecek en fiili yolla gönderirler.

O yüzden Ramazan sadece Müslümanlar için değil, Müslümanlar eliyle bütün insanlar için bir rahmet ve bereket iklimi getirir beraberinde.
Müslümanların bayram kutlamasından başkalarına zarar gelmez, sadece
anlayış, yakınlaşma ve diğerkâmlık
gelir.

Türkiye’nin geleneksel olarak devraldığı Ramazan geleneklerinin tarihsel örtülerini araladığımızda Ramazan’ın sadece Müslüman topluma değil, beraber yüzlerca yıl yaşadıkları gayr-ı müslim topluluklarla birlikte, onları da içine katarak kuşatıcı bir barış, huzur ve anlayış ortamlarını görürüz. Ramazan pratiği aynı zamanda Hıristiyanların Advent’ine ve Paskalyasına da Yahudilerin Pesah (Hamursuz Bayramı’na da) Müslümanlar nezdinde bir aşinalık kazandırıyordu.

Müslümanların idrak ettikleri Ramazan’dan herhangi bir kavme bir zarar, bir nefret, bir düşmanlık sadır olmuyordu. Bilakis beraber paylaşılan, herkese ulaşan bir muaşeret bütünlüğünü temin ediyordu, şimdi de olduğu gibi.
Ramazan’ın bir farkı da geçen bütün zamanlara rağmen ana işlevini yerine getirmesini sağlayan yapısal formatının,
habitus
olarak işleyen ve paylaşılan bir tecrübenin küresel düzeyde estirdiği iklimsel gücü.
Böyle bir iklime karşı gerçekleşen aykırı ve yine topluca gerçekleşen saldırılar, bir yerde gerçekleşse de küresel düzeyde yaşanan Ramazan’ın tabiatını bozmaz.
Belki kimden gelirse gelsin bu tür saldırılar Ramazan’la oluşması beklenen coğrafya ve tarihi aşmaya davet eden özelliği daha da canlandırır. Elbette asla arzu edilmese de,
fazla Durkheimcilik sayılmayacaksa
, bu tür saldırıların da böylesi bir işlevi oluyor.
Esasen bütün bayramların böyle bir etkisi olması düşünülebilir. Ünlü Alman felsefecisi
Hans-Georg Gadamer’
in genel olarak bayramlarla ilgili tespitleri elbette Ramazan için de geçerlidir, ama günümüzde
Hamursuz
’un bir bayram olarak bu işlevden nasıl uzaklaşmış olduğunu açıklamıyor:
“Tüm bayram deneyimleriyle ilgili bir şey varsa, o da kesinlikle bir kişi ile diğeri arasında hiçbir ayrıma izin vermedikleri gerçeğidir. Bir festival, bir topluluk deneyimidir ve topluluğu en mükemmel haliyle temsil eder. Festival herkes içindir. Bu nedenle birileri katılmadığı zaman kendilerini dışlıyor, şenliklerden ayrı tutuyorlar diyoruz.”

Kendi medeniyet havzasında yaşandığında başkalarını da bir festival havasında içine almayı başarabilen günlerdir Ramazan günleri. Bu yanıyla kuşatıcı, kucaklayıcı, dışlamayan ve sadece Müslümanlarla sınırlı olmayan bir festival havasını estirir.

Bir bayram veya festival olarak Hamursuz’un da böyle bir işlevi neden olmuyor?
Daha önce de söyledik. Aslında bir bayram genel olarak bir toplumu inşa eden, birarada olmayı, o topluma ait olmayı anlamlı kılan bir kurucu olaya gönderme yapar her zaman. O kurucu olay kendini başka insanlarla ilişkisinde nasıl konumlandırdığını da anlatır.
Pesah
, yani
Hamursuz Bayramı esaret ve zulüm altında yaşayan bir kavmin özgürlüğüne kavuşmasını ifade eder.
Zalimlere karşı bir duruş, bir isyan ve ardından gelen bir kurtuluşu.
Hamursuz’un ötekisi zalimlerdir, firavunlardır, tiranlardır yani,
Filistinliler gibi mazlum, yetim, yerlerinden yurtlarından haksızca çıkarılmış mazlumlar değil.
Hamursuz Bayramı’nda sadece 3500 yıl öncesinde kalmış bir firavunun lanetlenmesi beklenmez elbet.
O olayın Kitab-ı Mukaddes emriyle bayram kılınmasının amacı çağlar boyunca her türlü firavuna karşı mazlumların yanında olunmasıdır.
Oysa bugün İsrail bizatihi kendisi bir kavmi kuşatıp esaret altına almaktadır.
Üstelik o kavim çağımızda herhangi bir şekilde firavuna benzer herhangi bir zalimlikle ilişkilendirilecek bir kavim değil.
Bilakis tam da firavun zulmü altındaki İsrailoğullarına daha fazla benzeyen bir kavim.
İsrail hükümet güçleri bir süredir Hamursuz Bayramı’nın bir parçası olarak Mescid-i Aksa’da kurbanını kesmek isteyen Yahudileri engellemek yerine onların saldırganlıklarına koruma sağlayarak Mescid-i Aksa’ya saldırıyor.

Dün itibariyle de El Halil kentindeki Harem-i İbrahim Camisi’ni Müslümanların girişine kapatarak, sadece fanatik Yahudilerin girişine müsaade etmeye başladı. Caminin içi ve çevresi çok sayıda fanatik Yahudi ile doldu. İsrail güçlerince Hamursuz Bayramı nedeniyle 10 Nisan akşamına kadar bu camiyi Müslümanlara kapalı tutacağı duyurulmuş.

Kuşkusuz İsrail’in bu sadece Ramazan’la sınırlı olmayan saldırganlığının küçük bir halkası.
İşgalci güçlerin bütün bir Filistin halkına yönelik baştan beri uyguladıkları sistematik zulümler İsrail’i çağın firavunlarından kılmaya yetiyor da artıyor.
Böyle bir durumda anlamını tamamen yitirmiş olan Hamursuz, evrensel anlamından olabildiğince dar bir cemaat bayramına dönüşmüş durumda.
Kendi fanatik gruplarından başka hiç kimseye bayram havası yaşatmayan, bilakis başkalarına sadece kan, kin ve gözyaşı getiren bir bayramın hiçbir sosyolojik işlevini yerine getirmesi de beklenemez. O yüzden bu bayramı bahane ederek Müslüman mabetlerine tecavüz edenlerin bir bayramın anlamından çok uzak mutsuzluklarını, huzursuzluklarını kararmış yüzlerinden açıkça okuyabilmek şaşırtmıyor.
Aslında Hamursuz’un bir bayram olarak geldiği nokta ile Ramazan’ın hala özüne uygun anlamını ve işlevlerini olduğu gibi tekrarlamaya devam ediyor olması, en geniş anlamıyla kitabın tahrifiyle de alakalıdır.

Kendilerine insanlık için bir özgürleşme misyonu emanet edilmiş insanların bu misyonu tahriflerinin resmidir Hamursuz Bayramı’nın aldığı hal.

Ramazan ise bir sadakatin resmidir
-bütün pratikleriyle, ibadet ve kültürüyle misyonda sebatın, bütün insanlara ulaşacak bir şefkat ve merhametin kesintisiz devamının işareti.

Bugün Kudüs, bu iki yaklaşıma, bu iki tarza şahit oluyor.

#Mescid-i Aksa
#İsrail
#Ramazan
#Yasin Aktay
1 yıl önce
Ah Kudüs, nelere şahit oluyor?
Turizm uğruna
Mermer atıklarının muhteşem geri dönüşümü
Tasarruf sandığı
ABD-Çin rekabetinde popülizm, korumacılık ve ulusal güvenlik
‘Şişman Kadın’ kim?