Bu çelişkili durum üniversitenin mekânsal düzenlemesiyle de bilinçlere adeta nakşedildi. Kampüs bütün dünyada üniversite eğitim alanlarının, her şeyin dersliklerde sürdürülen öğrenim faaliyetlerini merkeze aldığı bir mekânsal düzenleme. Üniversite yönetimi, kantinler, yurtlar, çevre düzenlemesinin hepsinin merkezinde aslında nihayetinde öğretim faaliyetinin yürüdüğü derslik vardır. Ancak kampüsün, yani dersliği barındıran bu büyük kabuğun, aynı zamanda hayatın, kentin, toplumun neresinde olduğu sorusu Türkiye’deki üniversite fikri ile genel üniversite fikri arasında çok önemli farkların görülebilmesini sağlar. Toplumun önüne ileri fikirler koyabilmek veya ufuk açıcı, yol açıcı bilgi üretebilmek için toplumdan bu kadar uzak olmak mı gerekiyordur? Nizamiye kapılarından, kimlik kontrolleriyle girilen kampüslerde, öğrenci veya öğretim üyesi olmayanın giremediği dersliklerde, kütüphanelerinde, hatta yemekhanelerinde bilgi ve hayat arasında oluşan bu izolasyon nasıl bir bilgi üretimine, nasıl bir fikir bileşimine yol açar?
Her ile bir üniversitenin kurulmasıyla sağlanan üniversitenin dünyaya indirilmesi misyonuna karşılık, kampüslerin mekânsal düzenlemesi bilimsel-felsefi düşünceye, bilimsel üretime nasıl bir boyut katıyor? Üniversite fikrinin geliştirilmesi adına sorulmaya değer bir soru değil mi?