|
Depremden açık bir ders: Yardım eden kendine etmiş oluyor

Gökten ayetler geldiğinde, ayet hiç kimsenin görmezden gelemeyeceği kadar açık, berrak, yalın da olsa, bütün gözleri aynı şekilde açacağını kim söyleyebilir?

Şaşırıyoruz, ölümün bütün ideolojilerin, ayırımların üstündeki perdeleri kaldıran hakikati ortaya çıktığında bile onu görmeyenlere.
Deprem bir değil on binlerce ölümüyle, ansızın, insanın kendini en rahat, en güvenli, en güçlü ve en emin hissettiği anda geldi. S
adece ölenlere değil, bütün insanlığa aczini, çaresizliğini, hiçbir şeye sahip olmadığını, sahip olduklarının kendisine ait olmadığını gösterdi.
Malın, mülkün, sınıfsal, kültürel, coğrafi aidiyetlerin hepsinin bir anda ve her anda boşa çıkabileceğini böyle bir ayet göstermeyecek de ne gösterecek?
Hepimiz Allah’a aitiz ve yeniden ona döneceğiz.
Neyimiz var bu dünyada? Var olduğunu bildiğimiz şeyler bizimle nereye kadar gelecek? Başımızda duran göğün, taşlarıyla, bulutlarıyla, ateşiyle üzerimize her an kapaklanmayacağından nasıl bu kadar emin yaşayabiliyoruz?
Aslında bir fay dengesi zannettiğimiz yer altındaki düzenin ne kadarına vakıfız? Bu düzen, bu denge Allah’ın iradesinin dışında, sadece fiziksel nedenlerle mi bir karar kılmaktadır?
Ufak bir hareketliliğin neye yol açabildiğini depremlerle görüyoruz işte? Depremlere karşı tedbirli olmak, daha güçlü, kuralına uygun binalar yapmak, yapılanları iyice denetlemek alınması gereken çok çok önemli bir ders elbet.
Ama bu dersin dışında da alınması gereken bir ders daha yok mu?
Bu dünya insanların birbirlerine karşı kibirlenmelerine, böbürlenmelerine, kedilerini başkalarından üstün görmelerine, hele bu üstünlük iddiasıyla başkalarını ezmelerine hak ve izin vermez.
Bu dünya başkalarına kulluk etmeye de izin vermez tabi. Kendi bedenimizi her an gerçekleşen binlerce mucizevi işlemle hayatta tutan yüce Mevla’dan başka hiç kimse kulluğa layık değildir.

Ama kadir olduğumuz yüce Mevla yine de insanların birbirlerini sevmesini takdir buyurmuş, o sevgiyle, dostlukla dünyanın daha da güzelleşeceğini buyurmuş. İnsan sevgisi Allah sevgisinin alternatifi değil, onu tamamlayan bir sevgi, kararınca, kulluğa dönüşmediği sürece.

Deprem bütün acılarıyla, ölümleriyle birlikte sevgi dolu insanların, insan sevgisiyle yanan tutuşan insanların birbirlerine sarılışları dolayısıyla varoluşumuzun başka bir mucizesine tanık ediyor bizi.
Bu sevgiden doğan merhamet, şefkat, yardım eli insanı rabbine daha da yaklaştırır, rabbini de o insanların eliyle imdat bekleyen ellere ulaştırır.
O elini uzatan enkaz kurtarma gönüllüsü, kendisi yardım isteyen bir el olabilirdi.
Nitekim o enkazın içinde hayatlarını ortaya atarcasına canla başla çalışan madenciler yaptıkları işin çok farkındalar.
Bu deprem dolayısıyla kalp gözleri sonuna kadar açılan, vicdanları ayaklanan, büyük bir motivasyonla
felaket bölgesine yardıma koşan gönüllüler aslında kendilerini ihya eden bir davete icabet etmiş oluyorlar.
Deprem yol açtığı bütün bu trajik sonuçlarıyla, feci görüntüleriyle, ölümleriyle
geride kalanlara bir davettir de: İhya edecek bir eyleme davet.
Yardıma koşan gönüllüler bu davete icabet ederek aslında kendilerini kurtarmış oluyorlar.
Bu depremin yol açtığı sorumluluklardan üzerine bir şey düşmediğini zannedenler, bilakis, asıl enkaz altında kalanlar onlar ve onları kurtarmak çok daha zor.
Hele yardıma koşuyor olmayı bir reklam ve başkalarına böbürlenme, hatta başkalarının üzerinde bir üstünlük kurma vesilesi kılanlar.
Bu depremin ortaya çıkardığı en sefil durumlardan biri de bu. Söylenecek şey basittir:
yardım ediyorsanız kendinize ediyorsunuz, başa kakıp amellerinizi boşa çıkarmasanız, yaptıklarınız meşkur, makbul ve müyesser olsun.
Ama kendi ellerinizle yaptıklarınızı başa kakarak amellerinizi heder etmeyin, hiç yapmasanız daha iyi dedirtmeyin. Hiç kimsenin başa kakılacak bir eyleme, diyet talep eden bir kayraya ihtiyacı yoktur.
Hele felaket bölgesine sadece birilerini eleştirmek için gidip yapılanları hiç görmeden yetişilememiş bir noktayı, yapılamamış bir yardımı, eksik yapılmış bir işi bahane göstermek…
O deprem ortamında mükemmel ve ideal kurtarma ve müdahale operasyon modelleri anlatmak… Elini bir taşın altına koyup bir insanın yarasına değmeden, bir gıdım katkıda bulunmadan sadece eleştirerek kendine bir alan açmaya, deprem enkazından bir ahlaki üstünlük ve böbürlenme payesi kapmaya çalışmak…
Bu depremin bütün hakikatleriyle gözlerini açamadığı, daha da kapattığı, kalplerini daha da kararttığı insanların bir kısmı da
Suriyeli düşmanlığında
karşımıza çıkıyor. Deprem ve ölüm eşitliğiyle, farksızlığıyla, ayırım gözetmeyen isabetiyle bu kadar açık bir hakikat olarak kendini göstermişken… Katıldığı bir TV programında kurtarma ekiplerinin önce
AK Partilileri kurtardığı iftirasını atabilecek kadar hakikatten nasipsiz Ümit Özdağ gibiler belli ki kurtarmada görev alsalar böyle bir ayırımı kendileri yapacaklarını göstermiş oldular.
Belli ki bu kötülüğü Suriyeli mazlumlar da onun gibi insanlardan bekliyor. O yüzden enkaz altında ölümün eşiğinde bile kendisine yapılan “
Kimse var mı
?” çağrısına bile “
Suriyeli olduğu anlaşılır da yardım edilmez
” endişesiyle ses vermeyen bir ailenin ifadeleri depremin açığa çıkardığı başka bir insanlık sefaleti.
Bu sözler karşısında biraz olsun insanlığından utanmayan zaten o depremin enkazı altında kalmış demektir.
Hesabını artık her şeyin sahibi, Kürt’ün de Türk’ün de Arap’ın da fakirin de zenginin de, Suriyeli mazlumun da sahibi olan yüce Allah en adil bir biçimde görür, kimsenin endişesi olmasın.
Ama insanlık onlara kalmamıştır.
Bu depremle birlikte gözleri açılıp vicdanları ayaklanan milyonlarca insan kendi kurtuluşlarına, Türkiye’nin kurtuluşuna, ırkçıların ayaklar altına aldığı insanlığın kurtuluşuna el vermeye koştular.

Kurtardılar da çok şükür. Hem kendilerini hem bütün insanlığı.

#Deprem
#İnsani Yardım
#Suriyeli
#Ümit Özdağ
#Provokatör
1 yıl önce
Depremden açık bir ders: Yardım eden kendine etmiş oluyor
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar