|
Nefret dilinden başka projeniz var mı?

Düzensiz göçmen konusu sadece Türkiye’nin değil, bütün insanlığın en büyük yaralarından. Özellikle günümüzde artan küreselleşme, refah seviyesi, iletişim ve ulaşım hızı ve konfora paralel olarak artan ve derinleşen bir yara haline gelmiş durumda. 30 yıl öncesine nazaran bugün dünyada yerinden edilmiş ve yaşadığı yerin dışında yaşamak zorunda kalmış olanların sayısı iki katına çıkmış durumda. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve BM Göç Kuruluşu tarafından yayımlanan raporlar 282 milyonu bulan bu göçmen nüfusunun 82,4 milyonunun işkence, çatışma, şiddet, insan hakları ihlali ve ciddi zulüm tehdidi gibi sebeplerle zorla yerinden edilen insanlardan oluştuğunu ortaya koyuyor. Bu insanların büyük kısmını çatışma ve doğal afetler nedeniyle ülke içerisinde yerinden edilen kişiler oluşturmakla birlikte 34 milyonu aşkın insan bugün çeşitli ülkelerde sığınmacı ya da mülteci olarak yaşamlarını sürdürmektedir.

Dünyada refah seviyesi arttıkça mültecilerin de artıyor olması belki biraz da bu refah seviyesini yakalamak uğruna bütün kürenin üstlendiği bir suçu gösteriyor.
Aslında sadece göçmen sayısına değil, katliamlar, cinayetler, intiharlar, uyuşturucu, ailenin dağılması, evsiz barksızlaşmalar gibi birçok başka patolojileri de oluşuyor yaşadığımız medeniyet içinde yakaladığımız konforun bir sonucu.
Şükrünü eda etmek yerine başkalarına karşı kendimizi sorumsuz hissetmeye başlamamız medeniyetin en büyük paradoksu.

Tarih boyunca hep böyle olmuştur aslında. Yaşanacak daha büyük felaketlerin de habercisidir bu kayıtsızlaşma, sorumsuzluk, merhametsizlik, bencillik.

Toplumların böylesi insani konulara yaklaşımı aslında kalitelerini de büyüklüklerini de ortaya koyuyor. Göçmeni, hele düzensiz göçmeni kimse arzu etmez.
Zaten göçmen davetle gelmez, kendisi de isteyerek gelmez, onu iten, kovalayan vardır. Can havliyle kapıya dayanır, o anda sizin insanlığınızı da hiç beklemediğiniz bir anda ve hiç beklemediğiniz bir yerden imtihana tabi tutar.
Göçmen konusu insanlığın böylesi bir yarası.
Sebebi zaten kayıtsızlık ve sorumsuzluk iken ortaya çıkan soruna cevap vermek için daha da büyük bir sorumsuzluğa,
d
aha acımasız bir tavra, daha insanlık dışı bir merhametsizliğe kışkırtanların gürültüsü kulak tırmalıyor.
Politik kârlılığı keşfedildikçe üzerine daha da gidiliyor konunun. İnsanları kışkırtmanın, akıllarını çelmenin en kolay konularından biri. Kaşıdıkça kanayan bu yara aslında bizzat insanlığımızın yarası.
Göçmen konusu sözkonusu olduğunda büyük kahramanlar gibi, ülke menfaati adına, hele milli güvenlik adına konuşanların hallerine bakın bir.
Bu ülkenin kalkınması, bu toplumun daha da gelişmesi için dişe dokunur herhangi bir projeleri var mıdır?
Göçmenleri geri göndermekten başka sunabildikleri nasıl bir proje var?
Bir insan grubunu hedef göstermek, onlara karşı kin ve nefret duygularını tahrik etmekten başka insanlığa, bu ülkeye ve bu halka sunabildikleri ne var?

Oysa bu nefret dilini kuşanmak için hiçbir siyasi müktesebata gerek yok ki. En sığ zekâ seviyesi, en fanatiğinden bir holigan tarafgirliği, dünyadan olup bitenleri Marstan izler gibi bir yüzeysellik yeter de artar bile.

Neredeyse göçmenleri göndermekten başka bir gündemleri olmayanlar belki bir yarayı kaşıyarak kanattıklarının sadece hükümet olduğunu düşünüyor olabilirler.
Ama kanattıkları şey bizatihi bu toplumun vicdanı, tarihi, kimliği ve kişiliğidir, bizatihi kendi zekâları ve siyaset seviyeleridir. Bu ülkenin kalkınması için gerçekten kafayı yorsalar çok daha iyi projeler geliştirebilir, bu ülkenin kalkınmasına da içinde göçmenlerin de belki ülkelerine geri dönebileceği, kalanların da bu ülkeyle başarılı, huzurlu ve uyumlu bir integrasyonu için katkıda bulunabilir ve insanlığa da faydalı olabilirler.
Ama muhalefet için işin en kolayını, ama aynı zamanda en zararlı olanına da tamah etmenin şehvetiyle hareket edince kendini batırırken ülkeyi de bu milleti de bütün değerleriyle birlikte batırmaya çalışıyorlar.
Şimdiye kadar İslam düşmanlığını sergilemek için hiçbir fırsatı kaçırmayanların göç mevzuunda da içlerindeki buğzu kusmaya başladıklarını ibretle seyrediyoruz.
Oysa bütün sorunlar gibi göçmen sorunu da bir ırk, din, millet meselesi değil bir insanlık meselesidir ve siyasetçiye düşen onun başarılı yönetimidir.
Türkiye göç konusunda üzerine düşeni yapmıştır. Yapması gerekeni yapmıştır. Elbette başkalarının da yapması gerekip yapmadıklarını yapmıştır.
Türkiye’nin farkı herkesin kaçtığı bir sorumluluktan kaçmamış olmasıdır ve bu onun büyüklüğünün, yüceliğinin ifadesi olmuştur.
Göçmen bir sorundur ama siyasetçinin işi sorunları yok saymak veya insanlık ayıplarına yol açacak şekilde çözmek değil insanca yönetmektir. Türkiye bunu yapmaktadır. Ülkeye sığınmış insanları, sığınmaya zorlayan şartlar düzelmeden hiçbir yere zorla göndermedi, ama gitmek isteyenleri de tutmadı.
N
itekim gelenlerin en az yüzde 40’ı başka ülkelere veya kendi ülkelerine geri döndü zaten.
Halen Suriye’de oluşturulan güvenli alanlara gitmek isteyenler için yaşanabilecek, sürdürülebilecek şartlar hatta şehirler oluşturulmakta ve yakın zamanda en az 500 bin kişinin daha bu sayede Türkiye ile entegre olarak gidip bu şehirlere yerleşmesi çalışmaları sürdürülmektedir.
Bunu yaparken Türkiye’nin şanına, ruhuna, tarihine ve kişiliğine yaraşır bir yaklaşım içinde olmak çok önemli.
Türkiye’ye hele bir de milliyetçilik veya ulusalcılık adına “göçmenleri göndermek”ten başka bir çözüm sunmayanların, hele buna tam bir nefret diline yol açacak şekilde kışkırtanların bu milletin ne tarihiyle ne değerleriyle ne de şanı şerefiyle hiçbir alakaları yoktur.
Altını kazıdığınızda bunların bu milleti millet olma yolundan her zaman alıkoymaya her tür entrika ve husumetle çalışmış tipik bir grup olduğu ortaya çıkar.
Biraz aklını başına toplayıp düşünen, Türklüğe bu yaklaşımdan daha büyük bir hakaret olmadığını da görür.
#göçmen
#BM Mülteciler Yüksek Komiserliği
#BM Göç Kuruluşu
2 yıl önce
Nefret dilinden başka projeniz var mı?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle