Doğrusu bir fark ortaya aranacaksa bu Türklerin, mesela Araplara nazaran Peygamber sevgisini ortaya koyma biçimlerinde görülebilir.
Yıllar önce, Arap Baharı sürecinin başladığı günlerde Suudi Arabistan’da verdiğim bir konferans sonrası sohbet ettiğimiz Kraliyet ailesine mensup bir hanımefendinin bazı mülahazaları bunu çok iyi ifade ediyordu. İyi bir sosyoloji eğitimi de almış olan hanımefendi ile sosyolojiden siyaset bilimine, hermenötikten tarih ve dini bilimlere uzanan sohbetimizin bir yerinde selefi anlayışın çok eleştirdiği Türklerin aşırı peygamber sevgisine ilginç ve “empatik” bir açıklama getirmişti. Ona göre “Araplar için peygamber aralarından biri olduğu ve kendileri Arapça bildikleri için Kur’an bütün mucizesiyle kendilerini büyülemiş oluyordu.
O yüzden Araplar için İslam Kur’an merkezli bir dindir.
Oysa Türklere İslamiyet somut şahıslar ve onların pratikleri yoluyla ulaştı ve Kur’an’ı ilk etapta anlamadıkları için Kur’an yerine o karşılaştıkları şahısları yetiştirmiş olan peygambere, gıyabında büyük bir muhabbet duydular.
Bu muhabbet Türkler için İslam’ı Kur’an merkezli olmaktan ziyade peygamber merkezli bir din haline getirdi.
Bu da İslam dünyası için Allah’ın bir bereketi.
Türklerin peygambere hürmeten Muhammed yerine “Mehmet” ismini tercih edip bunu çok yaygın olarak kullanıyor olmaları bende Türklere dair hep ayrı bir saygı uyandırmıştır.”