|
Büyük Balkan Seyahati-6: Aziz Üsküp’ün kimliğini koruma mücadelesi!

Aziz İstanbul›un ruh ikizi, iz düşümü, yansıması Aziz Üsküp şehrindeyiz. Şehri tam ortadan ikiye bölen Taş Köprü’nün etrafını kuşatan heykellerle kıran kırana boğuşuyoruz adeta. Meydana hâkim olan heykeller meydanı öylesine çirkinleştirmişler ve öylesine sinir bozucu bir savaş alanına çevirmişler ki, kendimizi bir an savaş alanında gibi hissetmekten alıkoyamıyoruz.

Üsküp’ün kimlik savaşını Bingöl’den Seyfullah Yiğit kardeşimizin kaleminden okumaya devam ediyoruz…

***

Taş Köprünün üzerinde duruyorum. Arkamda Büyük İskender’in heykeli. Sağımda modern bir köprü. Sol tarafımda da heykellerle donatılmış modern bir köprü.

Köprünün doğu kısmında ise, Osmanlı’dan kalan tarihî yapıların silüetini örtmek için sağlı ve sollu ilgisiz yapılar…

Hiç savaşmamış Kuzey Makedonya Devletine ait bir savaş müzesi...

Köprünün hemen bitiminde, Müslüman tarafında, Büyük İskender’in annesi Olimpia ve İskender’in babası II. Flip.

Hayaletler üzerinden hayalî bir kimlik ve “ulus” icadı çabası bu. Zoraki bir çaba, bütün ulus devlet icadı projelerinde gözlendiği üzere..

Yusuf Hoca, boşuna şizofreni dememişti. Bu tablo başka neyle ifade edilebilir ki!

İnanın, Taş Köprü’yü geçip Müslüman tarafına gelince çok rahatladım. Üzerimdeki o kasvetli ruh hâli bir anda yok olup gitti.

Her şeyin başı inançtır. İnşa ettiğiniz yapılar, inancınızdan izler taşır ister istemez. İslâm, fıtrat merkezli tahrip olmamış tek dindir bu yeryüzünde. Dolayısıyla İslâmî ilkelere göre inşa edilen şehirler, geçekten insanlara nefes oluyor. Sadece Müslümanlara değil, inanmayan insanlar bile bu ferahlığı görebiliyorlar. Sade, derinlikli ve ruh dolu güzel, şiir gibi şehirler inşa edebilmemiz için yeniden, hakîkî anlamda mü’min olmamız gerekiyor.

Hakîkî mü’minlerin yüzyıllar önce Aziz Üsküp’te Varna nehri üzerinde inşa ettikleri Taş Köprü, tek başına meydan okuyor etrafındaki bütün o çirkin yapılara…

Şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz: Taş Köprü, el-muzaffer daima… Çünkü dayanak noktası çok sağlam. En nihayetinde şunu da eklemek istiyorum. Varna Nehri’nin her iki tarafına baktım uzun uzun... Bütün o eserler arasında yine ben buradayım diyen eser, Taş Köprü’ydü sadece. Ustam haklıydı. Meydan’da kültürler üzerinden bir meydan savaşı vardı. Ancak savaşın galibi hiç tartışmasız İslâm Medeniyetini temsil eden Taş Köprü’ydü.

Tarihî Üsküp Çarşısı’ndaydık yine. Akşam yemek yediğimiz şiir gibi kıvrıla kıvrıla açılan sokaklarda... Mihmandarımız Süleyman kardeş bir şeyler anlattı. O esnada müdahil olamadım. Ama burada değinmek istiyorum. Geceleri, Makedonlarla Taş Köprü üzerinde karşılaşırız. Onlar bizim yemeklerimizi, nargilemizi çok severler. Bunun için gelirler. Bizimkiler de karşı tarafın eğlence yerlerini tercih ederler. Bunu duyunca başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldum.

Bu korkunç bir tablo. Müslümanların lehine bir durum değil! İslâmî hassasiyetin zayıfladığını gösteren bir şey. Tabi ki karşılıklı etkileşim olacak ancak inançlarımızdan ve değerlerimizden taviz vermeden olmalı bu etkileşimler. Umarım mihmandarımızın anlattığı durum, çok az kişi için geçerlidir. Yoksa zaten azınlıkta olan Balkan Müslümanları, farkına bile varmadan kendi elleriyle kendilerini yok ederler maazallah! Seyahat boyunca beni en çok müteessir eden şey bu oldu.

Müslüman şehirde sokaklar kıvrımlıdır, sürprizlere açıktır. İnsan aslında bu sokaklarda kendisini keşfediyor sokakları keşfederken. Bir mükâşefe yolculuğu içindir kıvrımlı sokaklar. Şehir, insandan; insan şehirden izler taşır Müslüman şehrin sokaklarında. Yusuf Hocamın bu açıklamaları bittikten sonra bir sürprizle karşılaştık. Ekmeğin içinde ekmek yiyoruz esprisini üniversitede arkadaşlarla çok yapardık. Meğer gerçekmiş Üsküp’ün Müslüman şehrinin sokaklarında. Mihmandarımız, grubumuzda henüz çocuk yaşlarda olan Salih (yanlış hatırlamıyorsam) kardeşi tembihleyerek börekçiye gönderdi: Şu karşıdaki amcaya git, beni Süleyman abi gönderdi de ve ekmek arası simit iste. Hakikaten birkaç dakika sonra Salih kardeş elinde sandviç ekmeği gibi yarılmış poğaça ve poğaça içinde bir dilim su böreğiyle çıkageldi. Ekmek arası simit diyorlarmış buna. Ücret falan isteyen de olmadı. Süleyman’ı tanıyorlar zaten. İşte ruh dolu Müslüman şehir bu.

Üsküp, İpekyolu ticareti üzerinde yer aldığından kervanlar için konaklama yerleri, hanlar inşa edilmiş Osmanlı döneminde. Tarihi Üsküp Çarşısı içinde yer alan Osmanlı Hanı, şimdilerde tarihteki heybetli görünümünden uzak, bakımsız halde duruyor.

Buradan yetkililere seslenmiş olalım. Osmanlı Hanı, restore edilmeyi bekleyen bir garip yapı şu an için. Daha kötüsü de var. Gündüzleri Kur’an Kursu olarak kullanılan han, hafta sonları gece kulübü olarak kullanılıyor. Makedon yetkililere baskı kurulmalı. Kurs dışında başka bir amaç için kullanılacaksa bir kültür evi olarak kullanılmalı.

Bu olay da beni çokça müteessir eden olaylardan biriydi.

Üsküp’te yer alan Matka Koyu’nda, Mutlak Varlığın, kâinatı ne kadar muazzam yarattığını görüp şahitlik ettikten sonra Kalkendelen şehrine ikindi namazını eda etmek için geçtik. Kalkandelen şehrindeki Alaca Camiinde ikindi namazını eda ettik. Bektaşi etkisi olmasına rağmen camii içinde dört halife adı da vardı. Akide korunmuş, burası önemli. Buradan doğruca Ohri’ye geçmek için yola çıktık. Makedonya hakkında mihmandarımızdan çok önemli bilgiler aldık yol boyunca. Oradan devam edeceğiz nasip olursa inşallah…

#aktüel
#Tarih
#kültür
#Yusuf Kaplan
7 ay önce
Büyük Balkan Seyahati-6: Aziz Üsküp’ün kimliğini koruma mücadelesi!
KGF’nin ayrıntıları netleşti
Arafat: Dönüşü olmayan yeni bir yol
G-7 zirvesi ve beklentiler
Sosyal denge tazminatı ödemesinde geçici görev ayrıntısı
Korku ile umut arasında direniş ve dirilişe öncülük etmek…