Hint-Pasifik’te ekonomi diplomasisi

Uluslararası sistem, birden fazla bölgesel çatışmanın, siyasi sürtüşmenin ve pandeminin etkisiyle önemli bir yapısal değişimden geçiyor...

Haber Merkezi Yeni Şafak
Düşünce Günlüğü

Abdulkadir Aksöz - İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi

Uluslararası sistem, birden fazla bölgesel çatışmanın, siyasi sürtüşmenin ve pandeminin etkisiyle önemli bir yapısal değişimden geçiyor. Küresel güç kaymasının çalkantılı izleri siyasi ve ekonomik düzlemde kendisini gösterirken devletler yeni angajman arayışı içerisindeler. Zira dünya ile etkileşime girmek için kullanılan geleneksel yolların pandemi sonrasında işe yaraması pek olası değil. Özellikle ekonomi alanında giderek artan değişkenlik ve çok kutuplu stratejik manzara dikkate alındığında alternatif politikaların değeri daha iyi anlaşılabilir. Böylesi bir atmosfer karşısında Türkiye, önümüzdeki on yıl için ekonomi diplomasisi programını daha güçlü bir şekilde ele almak zorunda. Her ne kadar Türkiye’nin ekonomi diplomasisi, büyük ölçüde yakın çevresine demir atmış olsa da, “Yeniden Asya Açılımı” aracılığıyla dünyanın yükselen ticaret sahalarına ilgi gösterildiği aşikâr. Bu sebeple Ankara’nın ekonomi diplomasisi, yakın çevresinin çok ötesine geçerek yeni bir jeostratejik boyutta değerlendirilmelidir.

BELİRSİZLİKLERDEN SIYRILMA ZAMANI

Pandemi, hükümetlerin kaynak yetersizliklerini, işletmelerin tedarik zinciri risklerini ve sivil toplumların doğasında bulunan sosyo-ekonomik eşitsizlikleri ortaya çıkararak izole ülkeler, kırılgan ekonomiler ve içe dönük bir dünya ortaya çıkardı. Dolayısıyla insanların, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını sağlayan ve dünyayı daha da yakınlaştıran küreselleşmenin kazanımları tehdit altında değerlendiriliyor. Küresel sıkıntı, kendi kendine yetme konusunda düğümlenirken en son Rusya-Ukrayna Savaşı ile bir kez daha derinden hissedilen gıda güvenliği konusu gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Özellikle “yeni normal”, kendisini uluslararası arenada belli eden yeni aktörlere, fırsatlara ve tehditlere kapı aralamaktadır. Bu bağlamda, belirsizleşen siyasi ve ekonomik atmosferden sıyrılma yolunu keşfetme zorunluluğu doğmuştur.

KOLEKTİF AKIL İLE BAŞARIYI YAKALAMAK MÜMKÜN

Büyük bir genç nüfus, yüksek potansiyele sahip ekonomi ve kalkınma hamleleri ile Türkiye, büyüme yörüngesinde kritik bir eşikte. Ankara önümüzdeki on yıl için ekonomi diplomasisi programını oluştururken iklim değişikliği, gıda güvensizliği ve yeni teknolojilerin neden olabileceği zorluklara kendini hazırlamalıdır. Bu noktada siyaset kurumu ile sivil toplumun birlikte çalışması işleri kolaylaştıracaktır. Özellikle henüz yeteri kadar girilmemiş uzak pazarlarda faaliyette bulunacak özel sektörün, diplomatik temsilcilikler, akademi camiası ve sivil toplum temsilcileri gibi çeşitli paydaşlar ile etkileşim içerisinde bulunması ve destek alması gerekmektedir. Böylelikle risk kâbusu, dil engeli ve çeşitli yerel sıkıntıların minimize edilmesi mümkündür. İhracat odaklı büyüme için pazar çeşitliliği ancak farklı kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyon ve işbirliği ile sağlanabilir. Nitekim ekonomi diplomasisi, Türkiye markasını tüm diplomatik ilişkilerin merkezine yerleştirecek kolektif bir akıl ile başarıyı yakalayabilir.

EKONOMİ DİPLOMASİSİ AĞI KURULMALI

Türkiye’nin ekonomi diplomasisi araç setini güçlendirmesi için önünde çeşitli fırsatlar var. Dünya ekonomisinin neredeyse üçte ikisini oluşturan ve küresel ticaretin yarıdan fazlasını kapsayan Hint-Pasifik bölgesi devasa bir potansiyele sahip. Afrika’nın doğu kıyılarından Pasifik’teki ada devletlerine kadar uzanan Hint-Pasifik, ekonomik toparlanmaya ihtiyaç duyan ülkelerin son yıllarda ilgi odağı haline geldi. Stratejik coğrafya, küresel ve bölgesel aktörlerin yatırım ve ticaret iştahını kabartmaktadır. Bunda Güney ve Uzakdoğu Asya ülkelerinin dinamik ekonomik göstergeleri ve artan demografik güçleriyle yoğun bir üretim ve tüketim merkezi haline gelmelerinin büyük payı var. Öte yandan Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu ve ticari çıkarlarını göz önünde bulundurarak Türk şirketlerin yatırımlarını çeşitlendirmesi ve Hint-Pasifik’teki yeni kilit pazarlara odaklanması beklenebilir. Nitekim Ankara, bölgenin artan önemini kabul ettiğini ve yeni ortaklıklarla bölgedeki varlığını güçlendirmek istediğini Yeniden Asya Açılımı ile ortaya koymaktadır.

Son yıllarda Hint-Pasifik’teki mevcut dinamikler, yoğun jeopolitik kırılmalara yol açarak tedarik zinciri üzerinde baskı kurmaktadır. Bölgenin iki dinamosu Çin ve Hindistan’ın hızlı yükselişi, ham madde, enerji ve gıda arz güvenliği konularındaki yoğun rekabeti tetiklemektedir. Bu devletler, söz konusu kaynakları güvence altına almak maksadıyla özel koridorlar oluşturuyor ve çeşitli ekonomi diplomasisi araçlarını kullanıyor. Bugün dünyada benzeri görülmemiş bir kaynak mücadelesi yaşanırken Çin’in Tek Kuşak Tek Yol ve Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru, Avrasya’daki kritik doğal kaynaklara bağlantı sağlamanın birer araçlarıdır.

Tüm bu arka plan ışığında, ekonomik büyüme yörüngesinde çok önemli bir kavşakta yer alan Türkiye, pragmatik, esnek, dengeli ve çok yönlü bir dış politika uygulamalıdır. Ankara’nın ortak ilkelere, değerlere veya karşılıklı çıkarlara dayanan diplomasisiyle ekonomik işbirliği alanlarına yoğunlaşması ve yeni ticari ittifaklara yönelmesi kaçınılmazdır. İşte tam bu noktada, Hint-Pasifik üzerinde uzun vadeli ekonomik ve siyasi angajman derinleştirilmelidir. Üniversiteler ve sivil toplum örgütleri bu sürecin destek üssü olarak rol almalıdır. Türkiye, Hindistan başta olmak üzere Güney Asya ülkeleri ile stratejik odağını, diplomatik varlığını ve ekonomik ağırlığını genişletmeye çalışmalıdır. Sonuçta Hint-Pasifik’i tüm paydaşlarıyla yapıcı bir siyasi diyalog çerçevesinde tam anlamıyla kuşatacak ekonomi diplomasisi ağı kurulması şarttır.